İÇSEL SAVAŞ

Farkındalık atölyelerinde hemen her sağlıklı bireyin kontrolü dışsal otoriteden kendine geri alabilecek güçte olduğuna ışık tutulur. Temel ihtiyaçlardan birisinin, kişinin yıllarca yoksaydığı veya bastırdığı ham yaşam enerjisi ile bağlantıya geçmesi ve bu enerjinin kullanımında ustalaşması olduğu söylenir. Tabii ki bunca sene bastırılmış, yoksayılmış içgüdüsel enerjilerle bağlantıya geçmek çok kolay değil ve çoğu zaman profesyonel bir yardım gerekir. İnsanın, doğasına sahip çıkmadıkça, doğasından koptukça bölünmüş, gücü elinden alınmış, şizofren bir yapıda yaşamaya devam edebileceğinden bahsedilir. Şiddeti bastırarak önlemeye çalışmanın kendisi de şiddet dolu bir eylem aslında. Şiddeti şiddetle savaşarak önlemeye çalışmanın kendisi öfkeli bir tutumdur ve yine şiddet doğurur. Bu sefer şiddetin uygulayıcısı da, şiddet uygulanan da kendimizizdir; zararımız kendimizedir ancak yine de şiddet doluyuzdur. Halbuki tüm bu kendimizle savaşma enerjimizi, kendimizi anlamaya, yaratıcı ve yapıcı olmaya yönlendirmeyi seçebiliriz. İnsanın doğası ile uzlaşması sınırsız bir özgürlük duygusu getirir. Kendimizi bilinçdışı doğal aciliyetlerimiz ile tanıdıkça bilincimizin sınırları genişlemeye başlar. 

Farkındalık atölyelerinin çoğunda amaç ulvi özel bir duruma ulaşmaktan ziyade durum ne olursa olsun doğru bir zihin durumuna ulaşmaktır. Genelde yaşanan mutsuzluğun temeli kendi içimizdeki güçlerle savaşmaktan/çatışmaktan kaynaklanır. Bu güçler bilinçdışı etkiler, kendi reddettiğimiz doğamız gibi şeylerdir. Ve tamamen bilinçsiz olduğumuz için arka kapıdan sızar ve içsel çatışmaya meyil verirler. Halbuki gerçek özgürlük belki de kimi atölyelerde söylendiği gibi duygusal dalgalanmaların, haz ve ıstırap iniş-çıkışlarının doruğunda bile kendi doğamıza teslim olmak; hayatı ve kendimizi tüm notaları ile deneyimlemektedir.

Şiddet birçok metotta başlı başına ele alınıyor. Birçok metot şiddetin altında bastırılmış bir yaşam enerjisi olduğuna işaret eder. Toplumun, yaşam enerjisinin sağlıklı akmaması sonucu giriftleşmiş enerjiler ile şiddet eğilimli bir hale geldiği görüşü oldukça yaygın. Şamanların hayvanlarla ilişkilenmesi, hayvan taklidi yaptıkları ritüelleri, bir nevi bireyi sağlıklı bir ortamda içindeki hayvani güç/hayvani doğa ile ilişkilendirir. Ancak bu tarz ritüellerde bu hayvani güç ile ilişkilenirken bir taraftan da bilinçli bir izleyici olduğunuzdan içinizdeki o her an şiddete dönmeye eğilimli güç üzerinde ustalaşmaya başlarsınız; bu ritüeller bir taraftan saf doğanıza sahip çıkmak, bir taraftan da hayvani kalıntılarınızı bırakmaktır aslında. Bu tarz tekniklerle yapay bir prensesi/prensi oynamayı bırakır, gerçek doğanızla yüz yüze gelirsiniz. Ve o doğa içgüdüseldir. O doğa keskindir. O doğanın yapabilirliği çok yüksektir. O buluşma her eylemi capcanlı kılar. Ustalaşmayı gerektirir. Ustalaştıkça kendimize ve doğamıza güvenmeye başlarız. O doğa duygusal ve ideolojik manipülasyonlarla aktive edilebilir. Ancak meditatif metotlarda hedeflenen, bu doğanın manipülasyonunu fark edecek ve yaratıcılık ve yaşam için kullanabilecek kadar o doğa üzerinde ustalaşmaktır. 

Birçok usta sanatçı kendi içsel doğasını, bilinçdışı dürtülerini rasyonalize etmek yerine başarı ve yaratıcılık ile dışa vurmayı başarmıştır. Birçok sefer de bu güdüler sağlıksız şekilde belli ideolojiler adında rasyonalize edilerek yüzbinlerin ölümüne, zarar görmesine, maddi/manevi kaybına sebep olmuştur.  

Şamanik ritüellerde bu içgüdüsel doğaya dokunmak, bilinçdışı sürüklenişleri görmek için bazen bitkiler kullanılır. Bitkilerin bize evrimsel mirasın bilgilerini açabileceği söyleyenler vardır. Bitkiler çok güçlüdür. Bitkiler o kadar güçlüdürler ki her türlü canlı ve madde ile ilişkiye giren şamanlar daha içmeden bitkinin, içecek kişinin içine girdiğini söylerler.  

Wilhelm Reich’ın çalışmaları üzerine temellenmiş olan “Pulsation” adlı nefes egzersizlerinde birçok defa çene bölgesine yapılan doğru dokunuşlarla insanların bir anda bastırdıkları yoğun bir şiddeti boşalttıklarını gördüm. Bunların arasında nefes çalışması yapmak için mindere uzanmadan önce en sofistike, en rasyonel insanlar gibi duranları bile vardı. Pulsation gibi çalışmalarda teknik sahibi uzmanlar, kişilerin bedenlerinde diş ve çene bölgesi başta olmak üzere şiddeti, hayvan soyundan olan kalıntıları, geçmişin şiddet içeren izlerini bulabiliyorlar. Genelde hep öncelik bilinçdışı doğal aciliyetleri (bilinçli kontrolümüz dışında olan hallerimizi) su yüzeyine çıkartarak tanımak olabiliyor. Ve bu bölgelere dokundukları anda birçok insanın gerçek bir canavara dönüştüğüne şahit olabiliyorsunuz. Ben de bu tarz seanslarda özellikle diş ve çene bölgemdeki baskıları hafiflettikçe içimden çıkan o vahşi tabiata şahit oldum. Böyle bir deneyim insanın kendisi ile ilgili birçok illüzyonunu da yıkıyor. O uysal,  prenses gibi iyiliksever insan gidiyor, vahşi bir hayvan ortaya çıkıyor. Ancak şiddetin içinden yeterince bilinçli bir şekilde geçilince çok rafine ve güçlü bir enerji ile de karşılaşılıyor. Aslında bu doğa hepimizde saklı bir şekilde duruyor. 

Hocalarımdan biri karısının bir davranışı ile büyük bir kıskançlık krizine girmek üzereyken ben de oradaydım. Bir an durdu. Nefesini tuttu, gözlerini kapadı. Beş dakika sonra gözlerini açtı. “Ne yapıyorsun?” dediğimde “Kıskançlığımın yükseldiğini hissettim ve onu izledim,” diye yanıt verdi. Karısına da konu hakkında 24 saat sonra konuşmayı önerdi. O an benim için çok değerliydi. Çünkü böyle durumlarda benim tepkim genelde bağırmak, çağırmak, suçlamak, birçok insanın tepkisi de vurmak, aşağılamak, hatta kimilerininki öldürmek olabiliyor. Hocam o anda içindeki gücü, içgüdüsel/biyolojik doğasına yakalanıp aktif veya pasif şiddetle dışarı yansıtmak yerine izlemek için kullanmıştı.     

Kimi zaman en çok meditasyon yapan, hayvanlara şiddet uygulamamayı seçip vejetaryen beslenen bir kişinin içinden akıl almaz bir şiddet çıktığını görürüz. Birçok toplumda itibar görmüş pozisyonlarda olan kişilerin çocuk tacizi; milyonların ölümüne, aç kalmasına sebep olabilecek kararları kolaylıkla alabilmesi; ölmek üzere olan hastalarına ve yakınlarına duyarsızca davranmaları; savaşlara sebep olmaları; sorumluluklarında olan paraları çalmaları gibi beklenmedik ve içler ürpertici eylemleri, hep şiddet içerir. 

Birçok metottaki yaklaşım “şiddetini, içindeki canavarı, karanlık yönünü kabul eden bir kişi kabul etmeyene göre çok daha az tehlikelidir” niteliğindedir.  Birçok insan kadim dönemlerde sokak kavgaları, savaşlar, avcılık, odun kesmek gibi eylemlerle şiddetlerini ifade edebiliyorlardı. 

Medeniyet adı altındaki yapay yaşamlar ilerledikçe şiddet kendisini çok daha farklı yönlerden gösterir oldu. Sigmund Freud’un söylediği gibi: “Uygarlık ilk defa bir insanın öfkelenince taş atmak yerine laf atması ile başlamıştır.” Şimdi daha uygarlaşmış bir toplumda belki karşılaştığınız insan keyif için hayvan öldürmüyor, belki hayvan eti bile yemiyor ama kadınları taciz ediyor ya da bir fikir uğruna şiddeti planlı kullanıp milyonlarca insanı öldürüyor veya öldürülmesine emir verebiliyor. Belki insanlar fiziksel şiddet kabul edilebilecek davranışlarında evrilmeye devam ediyor ancak duygusal ve zihinsel şiddeti davranışlarına daha çok dahil ediyor.   İnsanlığın kendi kendine yarattığı toplu katliamlar başka hiçbir türde görülmemiştir. İnsanlık planlı şiddet kullanımı ile tüm hayvanların, tarihteki ve mitolojideki tüm canavarların önüne geçmiştir. 

Şiddet denince akla sadece teröristler, caniler, katiller, siyasetçiler, askerler, polisler gelmemeli. İnsanlık belki artık elinde sopa sokakta kavga etmiyor (ya da daha az ediyor)  ama evinde karısını/çocuğunu dövüyor. Belki iterek, tartaklayarak, saçını çekerek fiziksel tacizde bulunmuyor ama duygusal olarak tacizde bulunuyor. Suçlayarak, yargılayarak, küfrederek, aşağılayarak, dehümanize ederek,  tehdit ederek, korkutarak duygusal şiddet uygulanıyor. Yeri geliyor zorla cinsel ilişki dayatılıyor; eşler istemedikleri eylemlere zorlanıyor ya da eşin çalışması engellenerek, geliri elinden alınarak ekonomik şiddet uygulanıyor; politik oyunlar çerçevesinde şirketlere ekonomik şiddet uygulanıyor.  Sadece iletişimde kullanılan şiddete ışık tutmak adına “Şiddetsiz İletişim” adına seminerler düzenleniyor, kitaplar yazılıyor. Din adı altında diğer inananlar çıkarlar uğruna manipüle ediliyor. Kültürler arası farklardan ve baskılardan dolayı insanlar ötekileştirilip duygusal şiddete maruz kalıyorlar. Kimileri ise çaktırmadan küserek, önemsemeyerek, görmezden gelerek, iletişimi keserek pasif şiddet uyguluyor. Bazen aramızdan John Lennon gibi topluma mal olmuş bir birey çıkıp şiddet dolu olduğunu kabul ediyor ve bu hakikati ile barışabiliyor. 

Şiddet sadece dışadönük olmakla da kalmıyor. Sanırım en temel şiddeti, kendimizle olan savaşımızda içsel olarak kendimize gösteriyoruz. Her geçen gün kendimizden bir adım daha uzaklaşmanın, kendimizle yabancılaşmanın savaşı. Birçok düşünceye, zaman zaman sesini yükselten hayvansal içgüdülere, şehvet, kötücüllük, kaygı, kuşku, zaaf, öfke, düşmanlık gibi kapımızı çalan duygulara karşı belki de “dayatılmış” olan yargıların önderliğinde açmış olduğumuz yoksayma ve dışlamanın savaşı. Kendi iç dünyamızda, “düşmanımız”  olarak gördüğümüz doğamızla savaşarak zoraki bir çaba, içsel bir şiddet ile köklerimizin uzandığı ve hatta beslendiği bu toprakları ötekileştirmeye çalışmamız. 

“Şiddetin bizi kontrol etmesinden ancak varlığını görerek kabul ederek kurtulmak ve hepimizin içinde var olan şiddeti kendi kontrolümüz altına almak ve bu şekilde şiddet içeren davranışlardan evrilmek mümkün,” diyor kimi mistikler.  






Katarsis


Kimi mistikler ise şiddetle baş etmek, şiddet eğilimini doğru yönetebilmek için (Aristoteles’in konuşmalarında kullandığı, bedensel temizlik ve arınmayı temsil eden ve o dönemden günümüze farklı kullanımları ile karşımıza çıkan) “katarsis” adı verilen bastırılmış ve ifade edilmemiş duyguları boşaltma ile bedensel arınma yolunu kullanırlar. Kimi yaklaşımlar ise katarsis’e yaşanmış olan ve negatif duygulara sebep olan anıları tekrar aktive edebilmesinden dolayı prim vermez, aksine zararlı bulurlar. Kişinin kendi gücünü hissedip tüm bastırılmış olan duyguları ile gücüyle bağlantıdayken buluşması, bedenine inmesi ve bedende kayıtlı bulunan şiddet eğilimli hafızaya yakınlaşması çoğu zaman etkin yöntemlerden birisi olarak kullanılmıştır. Birçok yeni çağ gurusu meditasyon tekniklerinde yirmi birinci yüzyıl insanı için katarsis’in çok önemli olduğunu dile getirmiş ve katarsis sürecini birçok meditatif terapisine eklemiştir. 

İçindeki Güzel ve Çirkin’in Çirkin’ini, Lady Macbeth’i, Dart Vader’ı, Hannibal Lektor’u, Alex De Large’ı, İago’yu, Claudius’u görememiş, kabul edememiş olan bir kişinin kendi şiddet güdüleri ile baş etmesi oldukça zordur. Ben iyiyim, ben erdemliyim, onlar kötü, onlar günahkâr yaklaşımı çok yabancılaştırıcı olabilir. Kişinin kendi karanlığı ile yüzleşmesi ve o karanlık enerjinin ustası olması fikrinin izlerini aslında Shakespeare de dahil birçok yazarın kitaplarında, Stanley Kubrick filmlerinden Star Wars’a kadar birçok filmde, Sufizm’den Tantra’ya birçok mistik akımda sürebiliyoruz. 

Bireylerin duyarlılığını artıramadığı, sahte yaşadığı, yalan söylediği, kandırdığı, sahtekârlık yaptığı, kendi sorumluluğunu almadığı, kendine yakınlaşmadığı bir dünyada sahip olunan nükleer ve teknolojik güçle bir Nazi katliamından çok daha büyük zararlar/katliamlar olmasının an meselesi olması çok da olasılıkdışı değil. Ki böyle bir durum Nietzsche’nin şu sözlerini daha da gerçek kılacaktır: “İnsanlar arasında olmak, hayvanlar arasında olmaktan daha tehlikeli.”  Bu sözler yüzümü Pascal’ın şu sözlerine döndürüyor: “İnsanlık bilim, sanat, insan girişimi ile inanılmaz yükseklere ulaşabilir. Ancak yine de öfke, riyakârlık ve kendine olan nefret ile doludur.”   





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HUMAN DESIGN

PRAG VE SİMYA

Kralların Şarap Bölgesi Burgonya’da Büyüleyici Bir Şarap ve Gastronomi Seyahati