BAĞLANMA-BAĞLAR-BAĞLANTISALLIK
“Yürüyorum ve her şeyi daha derinden dinliyorum. Bir anda bütün atalarımı arkamda hissediyorum. ‘Dur,’ diyorlar bana, ‘izle ve dinle. Sen binlercemizin birbirine karşı olan sevgisinin sonucusun.’”
-Linda Hegan
İzleme ve özdeşleşmelerin farkına varmak ve daha fazla yapılanmanın sürüklenmesi tesiri ile hareket etmeme niyeti kişiyi yer yer dışlanmışlık, oyunun dışında kalmışlık, sürüsünü/yerini/yurdunu kaybetmişlik hissine sürükleyebilir. Zihnin tamam, özgürleşiyorum, ama tek başına kalıyorum, aidiyetimi yitiriyorum illüzyonuna düşmesi, varsaydığı yapılanmışlık içinde çok doğaldır. Bu sebeple nefes uygulamalarında, yeniden doğum seanslarında, şamanik ritüellerde bireye gerçek bağlarını ve bütünselliklerini hatırlatacak uygulamalar sunulur.
Ritüeller
Bağlantısallığın ne olduğunu defalarca okumuştum. Ancak okuduklarımı deneyimletecek bir uygulamaya ilk defa Meksika’da “Sweat Lodge” adı verilen saunayı anımsatan ruhani aktivitelerin yapıldığı bir yerde şahit olmuştum. Temazcal adı da verilen bu ritüelde beni neyin beklediğini bilmiyordum. Sadece Maya döneminden günümüze ulaşan nadir ritüellerden birisi olduğunu duymuştum. Aylardır çok yoğun ve derin çalışmalara katılıyordum. İçsel dünyamda oldukça derinlerde yüzdüğüm bir dönemdi ve biraz da yorgundum. Haftalar boyu çok doğal beslenerek bu sürece hazırlanmıştım. Bir şamanın gözetiminde sıcak ve karanlık kubbe şeklindeki taş yapının ‘’ Sweat Lodge’’ içine girdim. Orada (sıcak ve karanlıkta) oldukça uzun bir süre yalnız başıma kaldım. Bir noktada her şey bağlantısallığını yitirmeye başladı. Masa ayakları ile olan bağını, zihnimden geçen hikâyeler birbirleri ile olan bağını yitiriyor gibi idi. Sanki kelimeler, objeler ve yapılanmış olabilecek her şey köksüz bir şekilde uçuşuyordu. Neyin niye kullanıldığının ve ne işe yaradığının bağlantısallığını zihnim yapamıyordu. Saatler sonra şaman içeri girdi. Beni fetüs pozisyonunda (anne karnında pozisyonunda) yere yatırdı. Bir süre sonra belki de karanlık ve sıcaklığın etkisi ile kendimi anne karnına yeniden girmiş gibi hissetmeye başladım. Üstünde yattığım toprakla bağlantı içindeydim. Belki bunu o anda bir toprak diye tanımlayamıyordum ama toprağın atan nabzını bir ritim olarak hissediyordum. Benim nabzımla toprağın nabzı uyumlanmıştı. Nabız atımlarının uyumu ile birlikte bir güven bağı oluşmuştu. Her şeyin kalbi aynı anneyle çocuk gibi beraber atıyordu. Şaman’ın kalp atışlarını, Sweat Lodge’un dışındaki ağaçların, çiçeklerin kalp ritimlerini duyordum. Her şey bir ahenk, bir uyum içindeydi. Kendimi her şeyin parçası gibi hissettim. Ağaçların, okyanusun, gökyüzünün, yıldızların. Sanki bir yıldız tozu gibi her şeyin içine yuvalanmıştım. Tek bir ritim olmuştuk. Sanki ben de toprağın bir hücresi, bir parçasıydım. Yaşama, hayatın ahengine, fikirlerle, düşüncelerle örülmüş ağlarda değil hepsinin varlığında bambaşka bir derinlikte bağlanmıştım. Şaman uzun bir süre sonra kapıyı araladı, yavaş yavaş içeriye günün ilk ışıkları girmeye, ortam aydınlanmaya başladı. O an içeri giren ışık huzmeleri ile gözlerimi açtım. Ancak bu defa gözlerimi güvenle, hiç bilmediğim bir aidiyet duygusu ile bambaşka bir hayata; bambaşka bir yaşam bilincini kendi kendime verdiğim bir hayata açıyordum.
Hayatın ritmi ile birlikte kendi ritmini hissetme hali birçok yöntemin konusudur. Bireylerin bir defa kendi kökenlerinde o ritmi hissedebilirlerse, o her şeyin ötesindeki yaşam kaynağına dokunabilirlerse enerjilerini yönlendirebilecekleri söylenir. Yaşam enerjisi ile bağlantıya geçmek ve yaşam enerjisini yönlendirmekte ustalaşmak niyet edilir. Budist kökenli oturarak yapılan bir uygulama olan Zazen, kendi kökenlerinizde, yaşam enerjinizin hayatın ritmi ile attığı merkezle bağlantılı oturma halidir. Zazen esnasında dokunduğunuz yaşam gücünün beklenmedik bir çiçek gibi filizlenebileceği, kendisini yaratıcılık, sevgi, şefkat olarak farklı formlarda ifade edebileceği söylenir.
Çok genç yaşlarda Mekke’de yaptığım hac ziyaretimde, Arafat’a çıktığım anda yaşadıklarım bana her zaman ilham vermiştir. Orada yaşadığım bütünsellik, bağlantısallık, senin ötende bir gücün sana ivme vermesi ve hayata bambaşka bir bilinçle yeniden doğma deneyimi belki de daha sonraki deneyimlerimde yeniden ve yeniden o bilinç düzeyine açılmak için bana en köklü ışık olmuştur.
Sistematik ritüeller
Çocukluk, aile bağları ve çocukluk şartlanmaları ile çalışan ve kişiye bağlantısallığı hatırlatan bir diğer yöntem de sistematik ritüellerdir.
Bilgeleri dinlediğimizde anne ve baba ile olan bağların önemini sıklıkla duyarız. Anne, baba ve toplum tarafından bilinçsizce yüklenen şartlanmaları ayırt etmek ve şartlanmaların ötesinde aradaki sağlıklı bağı hissetmek ve öncelikli olarak ebeveynlerimizi oldukları gibi, verebileceklerinin en iyisini verdiklerini kabul etmek, minnettarlıkla en temel köklerimiz olduklarını, bizi dünyaya getirdiklerini, beslediklerini hatırlayarak, köklerimiz ile olan bağları güçlendirerek ve aynı zamanda özgürleşerek yola çıkmak meditatif grup çalışmasında farkındalığa, bütünselliğe, masumiyete ve büyümeye götüren bir adım olarak kullanılır.
Psikolojideki çocuk yaşta anne ve baba ile olan etkileşimlerimiz başta olmak üzere içinde doğup büyüdüğümüz gruplar, topluluklar, kültür, tarih ve coğrafya ile şekillendiğimiz fikrinin temellerini 1930’larda John Bowlby atmıştır. Bağlanma teorisini öne süren Bowlby, temelde çocuk ve anne (bakıcı) ile bağların önemini ön plana çıkartmıştır. Bowlby’den itibaren bağlanmanın, aile içi bağların önemi Mary Ainsworth, Jean Piaget gibi psikoloji dünyasının önde gelen isimleri tarafından sorgulanmış, tartışılmıştır.
Daha sonraları R.D. Laing ve Thomas Szasz gibi psikiyatristler bakış açısını biraz daha genişletmiş ve tüm aile içinde yaşanan ve deneyimlenen çelişkili mesajların, bastırılmış ıstırapların bireylerin psikolojisindeki etkisinin önemini ön plana çıkarmışlardır. Onların katkıları ile kuantum fizikteki atom etkileşimleri, küresel hava hareketleri, besin zincirleri gibi örneklerle de görebileceğimiz gibi karşılıklı etkileşimin önemi ile birlikte bireyin gelişimini etkileyen birçok faktör göz önüne alınmaya başlanmıştır. Bu çerçevede aile içi ve kuşaklar arası etkileşimler ön plana çıkar.
Ünlü psikoterapist Bert Hellinger, bireylerin psikolojik gelişiminde çocuk-anne ilişkisinin dışında daha farklı faktörler olduğunu öne süren ve çerçeveyi daha da genişleten önemli isimlerden birisi. 1925 doğumlu Hellinger, Güney Afrika’da Zulu kabilesi arasında yaşadı ve onların geleneklerinden çok etkilendiğini defalarca dile getirdi. Felsefe ve teoloji konusunda da uzman bir psikoterapist olan Hellinger, Familien Aufstellung adıyla 90’lı yıllarda Almanya'da ortaya çıkmış olan Aile Dizilimi (Family Constellation) Terapisi’nin kurucusudur. Ailenin kuşaklar boyu birbirine görünmez bir bağla bağlı olduğu anlayışını savunan fenomenolojik psikoterapi uygulayıcısı Bert Hellinger, aile içi dinamiklerin ve hatta geçmiş nesillerde yaşanan olayların tesirlerinin önemini vurgulayarak karşılıklı etkileşim sınırlarını daha da genişletmiş ve bireyin psikolojisine bakarken tüm bu faktörlerin de dahil edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Atalar kültü
Bu aile köklerinden gelen etkileşim anlayışının köklerini atalar kültünde görüyoruz. Atalar kültü ile beslenen bazı eski kabileler ölen atanın manevi varlığının yeryüzünde kaldığına ve geridekileri olumlu veya olumsuz yönlerde etkileyebileceğine, ekinlerin ve hayvanların verimli olmasını, insan neslinin çoğalmasını sağlayabileceğine inanırlarmış. Bu paleolitik dönemden kalma kültürlerden beri süregelen inançlar yüzünden ataların kötü etkisinden kurtulmak için ölmüş atalara yemek, meyve ve çeşitli hediyeler sunmak, kurbanlar kesmek, adlarına ve anılarına büyük taşlar dikmek, heykeller ve maskelerle onları temsili olarak canlandırmaya çalışmak gibi ritüelleri günümüzde de görmek mümkündür.
Son dönemlerde popülerleşen Coco isimli Meksika kökenli çocuk filminde Meksika kültüründeki atalara ve ölülere verilen önemi görmek mümkündür. Film baş kahraman Miguel’in gerçek potansiyelini ortaya çıkartabilmek için ölüler şehrine gidip aile sırlarını ve özellikle ataları ile ilgili yanlış bilinenlerini açığa çıkartma ve tüm atalarına/köklerine sevgi ile bağlanma, tek bir kalpte atma yolculuğudur. Meksika kültürünün kökenlerinde olan ölü ritüellerini ve atalarla olan derin bağları işleyen bu çizgi filmde kahraman ölüler dünyasına korku ile çıktığı yolculuktan ataları ile kurduğu derin sevgi bağları daha bütünleşmiş olarak döner. Artık önü kendini ve gerçek potansiyelini gerçekleştirmek için açıktır.
Peru’da da ölmüş olan atalara aynı derecede önem verilmektedir. Benim karşılaştığım uygulamalardan birisi kaya parçacığı yeme ritüeli idi. Bana bu ritüelin çok eski bir gelenek olduğu söylenmişti. Peru’da karşılaştığım şaman, atalarının kayalarda barındığına inandığını, kayalardan ufak bir parça yutarak onları hatırlamayı, onurlandırmayı istediğini ve bu yolla ataları ile olan bağlarını güçlendirdiğini ve geçmişe ışık tuttuğunu söylemiş ve bu uygulamanın günümüzde de devam ettiğini belirtmişti.
Yine Steven Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı Amistad adlı gerçek bir yaşam öyküsünden alınan filmin son sahnesinde o dönem köyünden getirilip köleleştirilen bir zencinin içsel vicdanına ters gelen köle sistemine karşı nasıl direndiği ve bu direnişte ölmüş atalarının desteğine nasıl kendini açtığı işlenmiştir. Ataların hatırlanmasının, onurlandırılmasının, örgüsel ağın desteklenmesinin, yaşanan karmaşıklıkların ve düğümlerin çözülmesine yardımcı olduğu fikri, Amerika’da Kuzey ve Güney savaşının çıkmasına sebep olan Mende adlı kölenin son duruşmasında tüm atalarına seslenmesi ve içsel vicdanına ters gelen bu kölelik sistemine karşı olan davayı kazanabilmek için onları hatırlaması ve desteklerini istemesi ile işlenmiştir.
Ben birçok defa bir nevi yerleşik düzene geçilmesi ile yaygınlaşan ata kültünün etkin olduğu çağlarda düzenlenen ve hâlâ Endonezya’nın Sulawesi bölgesinde etkilerini sürdüren ve ölüleri mezardan çıkartarak aile büyüklerini ve atalarını onurlandırmak ve şükran göstermek için yapılan Ma’nene ritüellerinin temasını anımsatan şamanik eğilimli sistematik ritüeller içinde yer aldım. Bu tarz ritüellerin kiminde “toprak ana” önemlidir. Birçok kabilede hâlâ yaralanınca toprak anadan alınan bir parça toprak kanı durdurmak için yaranın üstüne sürülür. Göbek bağları toprağa gömülür. Ölüler toprağa gömüldükten sonra üzerleri ana karnı gibi bombeli kapanır. Bu tarz ritüellerde bir bilen/bilge vardır ve insanların hayatına ölülerle ve geçmişle olan ilişkilerini düzenleyerek nizam verir. Ölmüş canlıların ruhları bir figür veya obje ile temsil edilir. Bu ruhların desteğinin ne yönde olacağı araştırılır. Atalar sevgi ile anılır, hatırlanır. Bu tarz ritüellerde sıklıkla aileye/kökenlere ait olan herkes hatırlanmalıdır; her aile bireyi kendine uygun konumda ve kendine ait rolde hatırlanmalıdır ve onurlandırılmalıdır görüşü dile getirilir. Köklere sadık kalınır. Bu tarz yaklaşımlarda sevginin olmadığı ortamda korku vardır fikrinin birçok defa öne sürüldüğünü gözlemledim. Atalarla derin ve sağlıklı bağ kurulmadığı sürece onların getirebilecekleri felaketlerden korkulur. Atalar ve geçmişle kurulan sevgi bağlarının yaşamsallığı desteklediğine ve bereketi artırdığına inanılır. Geçmişle kurulan bağlar şimdiki ânı uyandırır ve şimdiki ânın yaşamsallığı geleceğin bereketi olur.
Ataların hatırlandığı ritüelistik veya sistematik yöntemlerde aynı eski dönem ata kültlerinde yapıldığı gibi (belki artık mezardan ölüleri çıkartmıyorlar ama) atalara bir temsilci atandığında (bu temsilci bir obje veya bir birey olabilir) o ataların tekrardan şükranla anılması için alan açılır. Unutulmuş, dışlanmış atalarla bağ kurulur. Bir nevi nesilden nesile olan enerji /bilinçli sevgi akışının sürekliliğinin ne yöne gideceği gözlemlenir. Bu süreç akan bir nehri izleme ve mümkünse akışı engelleyen bir-iki taşı ortadan kaldırma süreci gibidir. Bu süreçler nesilden nesile örülmüş gözle görülmeyen ağların, bağların anlaşılması, sağlamlaştırılması ve akışkanlığın dinamikleştirilmesi gibi esasların izlendiği süreçlerdir.
Belki atalar kültü döneminde katil olan bir ata uğursuz olarak kabul edilip dışlanıyor ve bağlantısallığı korumak ve ondan zarar görmemek için mezarına su ve yemek konuluyordu. İçinde bulunduğumuz çağda ise sistematik ritüeller veya sistematik yöntemler aracılığı ile bu ata ve öldürdüğü kişi temsilen aile portresi içinde görünür kılınıyor, bir sırrın ortaya çıkması ve o atadan zarar görmüş olanların onurlandırılması ile tekrardan bilinçli sevgi bağı kuruluyor. Aynı şekilde düğünlerde damadın sırtına vurularak ataların kıskanmasını önleme çabası yerini günümüzde grup odasında damadın kadın tarafının atalarını temsil eden bireylerin karşısına geçerek onlara bakmasına ve kadın tarafının tüm atalarını onurlandırmasına bırakmış durumda.
Kimi felsefeciler ve uzmanlar bu tarz kurgusal atölye çalışmalarının çok faydası olmadığını ve kişileri ikileme ve kurgusal ve ispatı olmayan bir gerçekliğe ittiğini savunur, hatta bu tarz çalışmaları şizofrenik olarak bulur. Kimileri ise sağlıklı bağlantısallığı ve kolektif bilinç ağının örüntüsünü anlamak adına sistematik terapilerin ve ataları hatırlatan ritüellerin öneminden bahseder. Bu tip kalabalık ritüellerde özellikle kapalı mekanda oluyorsa ortaya çıkan ayak kokuları, ter kokuları insana hep bu kokulara tolere etmek erdemli şeyler yapmanın bir parçası mı diye düşündürüyor. Kimi zaman eğlenceli, kimi zaman erdem dolu olan bu tarz ritüellerin günümüzdeki uygulamaları ve son sahnelerde ortaya çıkan kucaklaşmalar ve teatral gösteriler ile beni sıklıkla heyecanlandırdı ama, aynı sıklıkla da iticiliğini korudu.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar