SUÇLULUK VE VİCDAN
“Geçmişimize şükran ve sevgi ile bakmayı öğrenmeliyiz… olduğu gibi oldu. Atalarımız vasıtasıyla gelen yaşam sayesinde, onlar için mümkün olanın ötesine geçebiliriz.”
-Bert Hellinger
Bana ‘’İçsel yolculuk sürecinde bilinç kapılarından geçerken kapı girişlerinde iki gardiyan bekler, birisi suçluluk diğer korkudur” denmişti. Bu cümle ile ne söylenmeye çalışıldığını uzun süre anlayamadım. Hâlâ da araştırdığım bir cümledir. Benim için çoğu zaman mevcudiyetimi ortaya koymak suçluluk duygusu ile birlikte gelir. Suçluluğun benim için ne demek olduğunu bana en yalın bir şekilde gösterebilen yöntemlerden birisi sistematik bir yöntem olan aile dizilimi oldu. On yılı aşkın süre bir çok farklı ülkede aile dizimi çalışmalarına, eğitimlerine katıldım. Kimi eğitmenler mistik bir alt yapıya köklenirken kimileri tamamen psikolog kimliği ile bu uygulamaları gerçekleştiriyordu. Bu süreçle ilgili çok değerli ve aynı oranda itici hatıralar biriktirdim. Haftalarca süren bu eğitimlerde yer yer not tuttum, yer yer kendimi deneyime bıraktım. Her şey kayıt altında olmadığından ve hezeyanıma da çok güvenmediğimden burada bu uygulamanın kısaca benim için değerli olan bir izdüşümden bahsetmek istiyorum.
Aile dizilimi gibi sistematik atölye çalışmalarında her bir bireyin içinde bulunduğu bağlantısal örüntüye, kendisi ile geçmişi, doğası arasında yaşanan mutlak bölünmeye farkındalık getirmek için alan açılır. Sözlük anlamı “kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliği” olarak tanımlanan vicdan ibaresi ile sıklıkla karşılaşılır. Bilinçsizce içselleştirilmiş vicdan kavramının bireyin yaşamla uyumlu, spontane ve bütüncül ilerleyişinin/akışının önüne engelleyici bir unsur/güç olarak çıkabileceği öne sürülür. Mesela, kimi aile dizilimi eğitimlerinde Bireysel Vicdan, Kolektif Vicdan ve Manevi Vicdan adı altında üç tip vicdandan bahsedilir. Kuşaklar ve nesiller öncesinden örülmeye başlayan kolektif bilinçaltı ile birlikte kendisini gösteren bireysel veya kolektif vicdan bireyin davranış ve motivasyonlarını kontrol eden büyük bir güç olarak görülür. Bireysel ve kolektif vicdan dışsal ve içsel barometre olarak görev yapabilmekte, bireyleri suçluluk, adalet ve cezalandırılma korkusu ile makineleştirebilmekte/köleleştirebilmekte diye anlatılır. Aile dizilimi ruhun derin hareketleri ile armoni içinde olmanın yolunu/yöntemini araştırır.
Bireysel vicdan
Ait olmak istediğiniz gruba göre bireysel vicdan, davranışlarımıza yön verir. Özellikle çocuk yaşlarda ait olmak, hatta bebeklik döneminde simbiyotik bağ (aile ile oluşan bağ) yaşamsal boyutta önemli olduğu için aile bireylerinin doğru ve yanlış (iyi ve kötü) tanımları ile, yaşamsal beklentileri ile yüklenir, aradan 30-40 yıl geçmiş, şartlar değişmiş olsa bile hâlâ bu etkilerin tesiri altında kalabiliriz. Geçmişin yüklerini omzumuza alır ve ailemizin bizden beklediği ya da bizim beklediklerini düşündüğümüz hayatı yaşamaya çalışırız. Şimdiki zamana geçmişte yüklenmiş bireysel vicdan duygusu ile yanıt verebilir, yaşamla ve gerçeklerle uyumu, hatta kendi doğamızla uyumu kaybedebiliriz.
Bert Hellinger, bireysel vicdanın özellikle çocuk yaşlarda hayatta kalmak anlamında önemini ve ilerleyen yaşlarda birtakım limitlerinin olduğunu birçok sefer vurgulamıştır. Böyle bir sürüklenişle atılan adımların bilinçli bir sevgi olmadığı söylenir. Hareketler/davranışlar daha içgüdüsel ve sevgi daha kör bir sevgidir. Birey kör bir sevgi ile ait olma arzusu ile hareket etmektedir. Mesela bir çocuğun kör bir sevgi ile kardeşleri üzerinde gereğinden fazla rol alması, kardeşleri için saçını süpürge etmesi, babasını korumaya çalışması ya da annesinin tarafını tutup babasına tepki göstermesi gibi birçok dinamik bireysel vicdanın bir açılımı olabilir. Birey davranışları doğru ve yanlış esasları üzerine temellenir. Ve doğru/yanlış ait olmak istediği kişi veya kişilerin doğru ve yanlışıdır. Bireysel vicdanda davranışlarımız ait olmak istediğimiz kişilerin iyi ve kötüleri ile tanımlıdır. Onların iyilerine uygun şekilde davranıyorsak kendimizi iyi, kötülerine uygun şekilde davranıyorsak kendimizi kötü hissederiz. Mesela ailesi sanayici olan bir çocuğun meslek olarak yazarlığı seçmek istemesinin altında yatan suçluluk duygusu bireysel vicdana bir örnek olabilir.
Aile diziliminin en enteresan yanı, bu farkındalıkları bazı eski yöntemlerdeki gibi anneye babaya öfkelenmek, onlardan uzaklaşıp hayatından çıkartmak değil tevazuyla “annen ve babanla çatışmak yerine onları oldukları gibi al, onurlandır” yaklaşımını davet etmesidir. Süreçte, anne baba aracılığı ile kendimize onların da ötesinden gelen hayatın kabulü ve büyük ölçüde anne ve baba ile belirlenen kendi özel yaşam çizgimiz ile olan uyum ön plana çıkar.
Kolektif vicdan
Kolektif vicdan ise çok fazla bilinçte olmayan, daha çok ait olunan ailenin/toplumun bütünlüğünü ve alma-verme dengesizliklerini düzene sokmak için genelde bilinçsiz olarak devreye giren içgüdüsel eylemler olarak tanımlanır.
Bireysel vicdan kişiyi ilgilendirirken, kişinin yaşamda kalmasından sorumlu iken, kolektif vicdanın tüm aileyi veya tüm toplumu ilgilendirdiği söylenir. Tüm ailenin ve tüm toplumun hayatta kalmasına hizmet eden kolektif vicdanın bireysel vicdandan çok daha güçlü olduğu kabul edilir. Kolektif vicdan her zaman ait olduğu grubun bütünlüğünü, grubun alma-verme dengesini göz önünde tutar. Mesela birçok kişiyi dolandırmış olan bir dedenin torunu devamlı para kaybederek alma-verme dengesini aramaya çalışır; kocasına öfkeli anneannenin öfkesini taşıyan kadın ilişkiye girmez; bu gibi örnekler kolektif vicdan ile hareket eden birey örnekleri olarak kabul edilir. Aile içinde bir bireyin aileden dışlanmış bir kişi (çoğu zaman suçlu, utanç verici kimse, hasta, şizofren) ile kendini özdeşleştirmesi de kolektif vicdana örnek gösterilebilir.
Aile dizilimi çalışmalarında önceki nesillerde yaşanan hak yemelerin, cinayetlerin, kız kaçırmaların, savaşların, göçlerin, soykırımların, haksızlıkların, travmatik olayların, aile içi cinayetlerin, düşüklerin, evlatlık verilen aile bireylerinin, doğal olmayan ölümlerin, ıstırapların, kürtajların, miras adaletsizliğinin, alkol/kumar gibi bağımlılıkların ve anne/baba rollerindeki uygunsuzlukların aile içinde kilitlenmelere sebep olabileceğinden ve aile içinde bir bireyin bilinçdışı olarak bu kilitlenmenin sorumluluğunu alabileceğinden, bunun suçluluk duygusunu üstlenebileceğinden de bahsedilir. Ego ve egonun yarattığı çatışma ve bölünmüşlüğün idrakı ve bireyin bilinçdışı sürüklenişleri araştırılır. Kimilerine “kimsenin ahını alma, o ah, sana ya da sevdiklerine bir şekilde geri döner” veya “dede koruk yermiş, torunun dişi kamaşırmış” sözlerini de anımsatabilen aile dizilimi, belki de ilahi bir adaletten bahseder.
Bir aile dizilimi seansında kavramsal olarak aile bireylerinin atalarla olan ilişkilerinin öneminden bahsedilirken, temsili olarak ataların grup odasının içine getirilerek bu bağın hayata geçmesine sebep olabilecek bir dizi becerinin kazandırılması amaçlanır. Bireyin aile düzeninde kendisinden önce gelen aile bireylerinin kaderlerini bilinçsizce üstlenip üstlenmediği; kendinden önce gelen aile bireylerinin kaderleri ile kilitlenip kilitlenmediği araştırılır. Danışan annesinin ve babasının ve gerekiyorsa atalarının temsilcilerini, kendisi ile ilişkili bir şekilde o anki dinamiklere göre dizer. Kolaylaştırıcı fenomenolojik bir yöntem kullanır; aile, vicdan, suç ile ilgili olgulara bakar ve bu olguların gerisinde neyin olduğunu araştırır. Bu dizilim aile bireyleri ve atalar arasındaki birinin diğerine karşı duyduğu yakınlığı, acı hissini, terk edilmişlikleri ailenin gerçeğini değiştirmeye çalışmadan göz önüne çıkartır. Atalara ve atalar arası dinamiklere, kilitlenmişliklere, geçmişin dinamiklerine iyi ve kötü süzgecinden geçirmeden iyi ile kötünün arasında bir yerden, yargısız bir lensten bakılır. Ortaya danışanın ait olduğu ailenin dinamik bir portresi çıkar. Süreç içinde herkesin daha geniş bir düzenin içinde birbirine bağlı olmasından da kaynaklanan aile içindeki karşılıklı etkileşimlerdeki özdeşleşmeler, karmaşıklıklar, yaşanan haksızlıklar karşısındaki telafi gereksinimleri kendisini göstermeye başlar. Kabul ve şükran ile yıpranmış/kaybolmuş bağların yeniden inşa edilmesi mümkün mü araştırılır. Bu bağların yapılanmasının bireyin hayatındaki blokajları kaldırıp yaşam akışını yeniden canlandırabileceği öne sürülür.
Bu tarz çalışmalarda aile köklerine bakan kişi de, ataları canlandıran bireyler de bir deneyimden geçerler. Ataları canlandıran bireyler, o anda atanın bedenselleşmiş halidirler. Bazen dizilimleri izlerken canlandırdığı kişiyi tanımayan bir temsilcinin canlandırdığı kişi ile aynı fizyolojik semptomları hissettiğini bile görmek mümkündür. Zaman zaman temsilciler bir ülke, bir hastalık, bir ideolojiyi de temsil edebilirler. Bu yaklaşımlar çok eski dönemlerde yapılan bir objeye farklı manalar yükleyen geçişken, her şeyi her şeyin içinde görebilme yetisinin yeniçağ modeli gibidir. Bu tarz metotlar temsilci olarak belirlenen (ataları-ebeveynleri temsil eden) kişileri/objeleri gözlemlemeyi gerektirir. Sistematik yaklaşımların sağlıklı bağları kurmak için belirlenmiş kuralları yoktur. Açılımlar an içinde yeterince bekleme ve gözlemleme altında oluşur.
Aile dizilimi uygulayıcıları, ataların zarara uğrattıkları kişilerin tekrar hatırlanması ve onurlandırılıp şükranla anılması gibi yöntemlerle bu özdeşleşmelerden çıkılabileceğini savunurlar. Aksi takdirde kolektif vicdanın unutulmuş olan atayı hatırlamak için bilinçdışı bir yol bulmaya devam edeceğini öne sürerler. Bireylerin kendilerinden çok daha büyük bir enerji ağı ile bağlantıda olduğunu ve bu güçlü ağın bireyleri kişisel tercihlerinin ötesinde hareket ettirdiğini savunurlar. Böyle bir bakış açısında herkes kendi aile bağlarının, atalarının etkisi altında çok daha büyük bir örüntünün parçası olduğundan, bireysel olarak atıldığı düşünülen adımların hiçbirisi kişisel olarak görülemez. Hayatta her şey ait olduğu büyük bir kolektif gücün açılımı ile hareket eder. Süreç içinde bireysel veya kolektif vicdan ile oluşmuş olan sürüklenişlerin gün yüzüne çıkışı araştırılır. Ruha şifa veren ve aile içinde etkisini gösteren güçlere aile dinamiği içinde tekrar yer verilmesi için alan açılır.
Manevi vicdan
Aile dizilimi uygulamalarında bireysel ve kolektif vicdanın dışında bir de manevi vicdandan bahsedilir. Bu yaklaşımda belli bir miktar suçluluk hissinin gelişimle birlikte doğal olarak ortaya çıktığı söylenir. Aynı bir çocuğun büyürken bazı aile yasaklarını çiğnemesi gibi oradan bir suçluluk duygusunun tolere edilebilmesine ışık tutulur. Doğan Cüceloğlu, Korku Kültürü isimli kitabında bu farka “Ahlaklı insan yetiştirmek değil, kendi tanıklığını önemseyen etik insan yetiştirmek” cümlesiyle ışık tutmuştur. Bilgelerin bilinçli hareket etmek veya bilinçli farkındalık olarak da adlandırdığı manevi vicdan ile atılan her adımın kişiyi daha dingin, daha huzurlu hissettirdiği öne sürülür.
Manevi vicdan belki şu şekilde tanımlanabilir: Bilinçli farkındalığın ışığında atılan adımlar kör değil bilinçli sevgiyi destekler. Birey çevresinde olan bitenin tüm gerçekliğini görerek sorunları çözmek yerine aile içi ve atalar arası dinamikleri anlamayı seçer. Birey kendi duygu ve düşüncelerinin farkında, tamamen kendisi ve çevresi ile uyumlu olarak kendi bireyselliğine yakınlaşmayı deneyimler. Kendisini tanıyanlara farklı, tanımayanlara farklı davranmaz. Tutumları politik değildir. Aidiyetini kaybetmemek adına mahalle bakkalına karşı farklı bir bireyken bilgisayar ekranı arkasında bambaşka bir bireye dönüşmez. Kişi kendi kendinin tanığıdır. Korku dayanaklı otoriteyi, “güçlü” olanı memnun etmeye çalışma eyleminin, toplumsal şartlanmaların ötesine geçmiş ve bilinçlenmeye ve bilinçle (kendi zekâsını kullanarak) kendi tanıklığında, kendinden büyük yaşam gücü ile uyum içinde hareket etmeye başlamıştır. Bir nevi doğru, yanlış, suç, masumiyet, utanç düğmelerine basılarak küçük bir gruba ait olmak adına yerine göre harekete geçen bir makine veya bir köle olmanın ötesine geçmiştir. Aidiyetini kaybetmemek adına kendini terk ettiği anların farkına varmaya başlamıştır. İçsel ve dışsal olası cezalandırmalardan oluşabilecek korkunun köleliğinden kurtulmuştur. Korkunun yerini farkındalık ve anlayış almıştır. Her bir davranış ve adım bireyin bütünlüğünden, sağlıklı bağlantısallığından, hayata ahenk ile bağlılığından açığa çıkar. Birey içinde bulunduğu topluma göre yanlış veya doğru olduğundan dolayı değil bütün kalbi ile hissettiğinden, kendi tanıklığını önemsediğinden, kendine karşı sorumlu olduğundan, kendi ve çevresi ile ahenk içinde olduğundan dolayı eylemde bulunur. Birey sevgiyi ve acıyı derinden hissedebilme yetisine ulaşmış olduğundan, karşısındakinin halinden anladığından dolayı etrafına empati ve şefkat ile de ihtiyaç duyduğu mesafeden bağlıdır. Kişi kimseyi düşünmeyen, sadece kendini düşünen bir bencil değildir; mücadele içinde değildir, sadece başkaları için hareket eden kör bir âşık, ezik bir benlik de değildir. Kişi kendi tanıklığında, çevreye karşı duyarlı, hayat ile uyumlu, kilitlenmişlikleri ve uyumu engelleyebilecek dinamikleri görmeye açık, şefkat ve empati yetisi ile desteklenen adımların atıcısıdır.
Belki aile dizilimi çalışmalarında manevi vicdan olarak tanımlanan vicdan, Victor Hugo’nun “Vicdan insanın içindeki tanrıdır” diye tanımladığı kavrama ve Félicien Challaye’nin “Ben varım, varlığa katılıyorum. Ne yalnız anam babam, büyükanamla büyükbabam, atalarım ne de bütün insanlık ve bütün hayvanlık beni var edemezdi. Evrenin bütün güçleri bende toplanıyor. Bir güneş, bir samanyolu, bir evren olmasaydı ben de olmazdım. Ben, evrensel hayatın ürünüyüm. Varlığımın derinliğinde varlığı buluyorum. Bu varlık, benim dar kişiliğimi her yandan sarmakta ve onu aşmaktadır. Bu varlık sonsuzdan beri benden önce gelmekteydi, sınırsız akışı boyunca sonsuza kadar benden sonra gidecektir. İşte bu sonsuz varlıktır,” yaklaşımına yakındır. Kimileri spritüellik kelimesini insanın hayatla, Tanrı’yla, evrenle veya kendinden büyük bir güçle derin bir birlik ve uyum içinde hareket etmek olarak tanımlar ki bu tanım da yukarıda bahsettiğimiz yaklaşımlara yakındır.
Yol
Atalarla bağlantıya geçen ritüellerin, sistematik terapilerin, suçluluk, utanç ve korkunun, kör sevginin ötesinde ruhun harekete geçmesi adı altında araştırdığı belki de “yol”dur. Yol kelimesinin Hintçe’de nizam, üslup anlamına gelen “rta”, Latince’deki “rota”, Keltçe’deki “roth”, İngilizce’deki “rout” (yol) ve “rhythm” (ritim, ahenk) kelimeleri ile ilişkili olduğu söylenir. Her şey ahenk içinde, farkındalığın ışığında var olur. Kişinin davranışları bu ahenk ile uyum içinde olduğu, farkındalık ile aydınlatıldığı süre içinde nizam vardır. Bu kavramsal yaklaşımla bakılınca araştırılan hal belki de Hintlilerin “rta”sı (rota-yol), Mısırlıların “maat”ı, Sümerlerin “me”si, Çinlilerin “tao”su ve Japonların “do”sudur.
Yol bir aşk halidir. Hem içe doğru, hem göğe doğru, hem de yaşama doğru. Yol aşk gibi zamansızdır, yol aşk gibi hazırlıksızdır. Yol ve aşk sonuçsuzdur. Ancak yol aşka doğrudur. Aşkta yola doğru. Yol ve aşk, bilinç ve sevgi kanatlarını kuşananların yaşadığı aşkınlıktır. Kimileri yoldan başlar, kimileri aşktan. Yola çıkan da, aşka yelken açanda aynı kalmayacaktır. Bazen minik bir yağmur damlası olacaktır, bazen kar tanesi, bazen buz olup katılaşacaktır, bazen buhar olup şeffaflaşacaktır; kimi zaman göklerde, kimi zaman toprakların derinliklerinde; kimi zaman minik bir gölet kimi zaman engin bir okyanuş.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar