FARKINDALIK METOTLARI
Yıllar içerisinde yaptığım içsel yolculuğuma yön veren seyahatlerde ve aldığım eğitimlerde farklı kültür ve ekollerde gözlemlediğim, uyguladığım, kendi üzerimde deneyimlediğim farkındalığa hizmet eden birçok oryantalist ve Batı tıbbına dayanan yöntem oldu. Bu kitapta bu yöntemlerin bir kısmından küçük pencereler açarak; dilimin döndüğü ölçüde bahsetmek istiyorum. Bu kadim ve çağdaş teknik, metot ve ritüellerin tümünü kolay anlaşılması adına kitap boyunca kısaca “farkındalık metotları” olarak adlandırdım.
Farkındalık metotlarının amacı bireyi bir nesneye, bir objeye indirgeyip o nesneyi daha iyi hale getirmek değildir. Bu metotlar kendi dış dünyamızdan içsel benliğimize olan geçişlerde destekleyici rol oynar. Yani, arzuların nesnesi ile değil arzunun kendisi ile, arzuyu hisseden ve yaşayan ile ilgilenir; bu yöntemler bizleri arzuların nesnesine taşımaz ancak arzunun kendisinde varoluşumuzu hissettirir. Mesela Ferrari satın almak isteyen bir bireyin nasıl Ferrari edineceğinden ziyade, Ferrari satın alma arzusu yaşayan ve bu arzuyu hisseden ile ilgilenir. Bizleri toplumsal düzenin konforundan içsel dünyamızın derinliklerine taşır. Dış dünyamız, bizi çevreleyen hayatımız çocuklarla, aile ile, iş ile, ev ile, arkadaşlar ile, eşyalar ile, kıyafetler ve bilgi ile zenginleşmiş olabilir. Dış dünyamıza olan yoğun ilgimiz sebebiyle iç dünyamızın içine ışık çok nadir girmiş, iç dünyamız bakir kalmıştır. Ruhumuzun bahçesi susuz kalmıştır; körelmiştir, çoraklaşmıştır. Kimilerimiz içsel yoksunluğumuzu yaşadığımız hastalık, kayıp, başarısızlık gibi bir deneyim ile hissederiz. Kendi dışımızda kurduğumuz düzen sarsılmış ve bu düzenin kamufle etmeye çalıştığı içsel yoksunluğumuz açığa çıkmıştır. Fırtınanın girdabında, bakir ve susuz bir çölde kendimizi kaybederiz. Kimilerimiz ise başarıya ulaşmak için umarsızca çabalarız. Bir gün fark ederiz ki içsel yoksunluğumuzu, susuzluğumuzu ne bir eşya, obje ne ün ne kitaba dökülmüş bilgi ne şöhret ne de bizleri çevreleyen onlarca insan giderebilir. Bazılarımız da yoksunluk duygularına/çaresizlik hislerine hayatın, zihinsel dünyamızın paradokslarını gördükçe itiliriz. Zihinsel olarak gidilebilecek en uç noktalara gidip bir paradoks ile zihinsel dünyamızın duvarlarına toslarız. Bu zihinsel şok ile bizi çevreleyen ölü sistemi fark eder ve bu sistemin hiçbir şekilde besleyemediği içsel yoksunluğumuzu hissederiz. Farkındalık metotları bizim bu çok can acıtıcı içsel yoksunluğumuzu, çaresizliğimizi sağlıklı ve güvenli bir şekilde hissetmemize ve aynı zamanda içsel bahçemizi, derinliklerimizi beslememize, canlandırmamıza/yeşertmemize ve en önemlisi hatırlamamıza destek olurlar. Varoluşumuzun gizemi, ele geçmezliği, yaşamsallığı, bereketi ne bir kitapta ne de bir hoca veya kahramanda ne de bizleri çevreleyen ölü sistemde gizlidir.
Farkındalık metotları bizi bedenimizde taşıdığımız gizeme, varoluşun bilinmezliği ve ele geçmezliğine, yaşamsallığa taşıyan, gözlerimizi bu gerçeklere açan imgeler, tekniklerdir.
Antik çağlardan itibaren bireyi özgürleştirmek, insan bilincinin gelişimini/evrimini desteklemek adına değişik kültürlerde bireyin kendi iç dünyasına izleyici ve gözlemci olarak ışık tutmasına yardımcı olan birçok teknik tasarlanmış ve kullanılmış.
Kimi mistikler bu teknikleri birer içsel deney olarak kullanır ve bu bireysel arayışı içsel bilim olarak nitelendirir.
Genellikle gözlemin sadece dışarıda bir obje yerine bireyin iç dünyasına da dönük olarak yapılması için kullanılan farkındalık metotlarının birçoğu atalarımızdan nesillerimize miras olarak kalmıştır ve hâlâ bir çiçeğin tomurcuğu gibi tazeliğini korumaktadır. Tarihin neredeyse başından beri ilgiyi sadece dışarıda, dışarıdan edinilen bilgilerde tutmanın, hayatı sadece beş duyu ile gördükleri, duydukları, hissettikleri, algıladıkları ile anlamanın, dil ve öznesel nesneler ile tanımlamanın yetersizliğini hissetmiş ve kendini gözlemlemeyi, anlamayı, bilinci bilinçle kavramayı, kendi üzerinde tefekkür etmeyi seçmiş insanlar bulunmaktadır. Son dönemlerde ziyaret ettiğim bazı üniversitelerde kimi farkındalık metotlarının neredeyse içsel bir bilim muamelesi gördüğüne şahit oldum. İnsan bilincinin iç yolculuğu için çalışan birçok gizem okulu spritüelliği (ruhsallığı) sanat olarak kabul eder. Bir yaşam sanatı. Yer yer bu sanatı hakkı ile yaşayanların “spirtüel deha” olarak tanımlandığını duyarız.
Kişinin kendi üzerinde birçok deney uygularken veya kendi ile var olurken izleyicilik etmeyi öğrendiği; bir taraftan kendine yaklaşırken diğer taraftan tüm özdeşleşmelerden ayrıştığı yaklaşımların çoğu “insanlığı öğrenmek istiyorsan insan olmayı ve insan olmanın ne demek olduğunu öğrenmelisin” ifadesini ve içsel yolculuğu destekleyen bir altyapı barındırır. Genelde amaç özel bir duruma ulaşmak değil, içinde bulunulan durum her ne olursa olsun tam bir bilinç ile izleyebilmek/görebilmektir. Ayaklarını kolektif bazda yüklenmiş, ele geçmez ve her an değişebilir, elle tutulamayan, köksüz zihinsel veriden ziyade, gözlemleyen bilinçli bir farkındalığa (hep baki olana) basabilmektir. Kimi mistik akımlarda bu hal Kasırganın Gözü ibaresi ile tanımlanır/ifade edilir.
Daha önce de dediğim gibi atalarımızdan bize, çok sayıda bilinçli farkındalığımızı artırıcı yöntem miras kaldı. Sadece insana/insan aklına, doğasına uygun olan bu mirasları okumak, deneyimlemek, hakkı ile anlamak soyumu tanımanın yöntemlerinden birisi olduğundan bir kısmını araştırdım, okudum ve deneyimledim. Bu sebeple bu kitapta yer yer geçmişten günümüze taşınmış, farklı yerlerde/topluluklarda halen uygulanan veya geçmişten günümüze taşınırken uygulama alanlarını kaybederek güncelliklerini yitirmeye başlamış, geçerliliği/işlevselliği tartışılan veya ispatlanmış farkındalık metotlarının bazılarından bahsediyor olacağım.
Bireyin kendini tanımasını, mevcudiyetini korumasını, anda kalmasını, yaratıcılığını arzu ettiği şekilde hayata geçirerek verimli kılmasını, bütünselliği ile hayatın olağanlığı içinde rahat ve etkin yaşayabilmesini desteklemek adına tasarlandığı öne sürülen bu metotların bilimsel geçerliliği üzerine dünyanın önde gelen üniversitelerinde araştırma ve çalışmalar son 30 senedir artarak yapılmakta. Birazdan sıralayacağım örneklerde olduğu gibi bir metot desteği ile yaşanan deneyimlerin mantık ve kavramsal sınırlar içerisinde anlaşılabilen, eyleme geçirilebilen, ifade edilebilen kısmı bilimselleşebiliyor. Ancak benim gözlemlerime göre her deneyimin ve deneyimi idrak edenin ölçülemeyen, anlaşılamayan, ifade edilemeyen bir yanı da var; bu deneyimler dil, rakam ve yüklenmiş kavramla ifade edilemeyenin, ideolojik olarak yargılanamayanın, bilinemeyenin ve belki de bilinemeyecek olan ve/veya aşikâr olan insan mucizesinin sularına adım attırırlar. İnsan ve varoluşun gizemi bir gün tamamen bilim tarafından çözülebilir ve hayatta her şey kimi antik Yunan filozoflarının savunduğu şekilde zihne/akla/rasyonaliteye indirgenebilir mi bilemiyorum ama bu yapılmadığı sürece gerek oryantalist gerek daha Batı kökenli olsun farkındalık metotlarının desteği ile kendimize attığımız güven çapalarına tutunarak gezinebileceğimiz içsel dünyamızın kaotik suları gizemini devam ettirecektir. İnsanları kendi bilinmeyenine/kendi gizemine yol aldıran/yol açan teknikler bilinenle bilinemeyen (kimi mistiklere göre bilinemeyen olarak kabul edilecek kadar aşikâr olan) arasındaki köprü/eşik görevini de muhtemelen koruyacaktır.
Kadim farkındalık metotlarının bazı fizyolojik, duygusal ve zihinsel faydaları ölçümlenebildi ve kısımsal olarak bilimsel bir platforma oturtulmaya başlandı. Mesela mindfulness (bilinçli farkındalık) adı altında geçen farkındalık metotları üzerine yapılan bilimsel araştırmalar üzerine kurulu olan Amerika Mindfulness Araştırma Merkezi verilerine göre 1980’lerde mindfulness üzerine yaklaşık yılda sekiz bilimsel makale yayınlanırken 2018 yılına doğru bu sayının yılda 800 makaleyi geçtiği görülmekte.
Farkındalık metotları vesilesi ile oluşan deneyimlerin geçerliliğini yitirmiş kalıplarını fark etmeye ve yeniden yapılandırma yetisini ele almaya yönelik etkileri üzerine yapılmış bilimsel araştırma ve makalelerden birkaçını örnek olması adına burada sıralamak istiyorum. Bu örneklerde içsel deneyimlerin akıl yolu ile bilimsel tutarlılığa indirgenişini görebiliriz.
Geçmiş dönemlerde, yetişkinlik dönemine gelindiğinde gelişiminde en üst seviyeye ulaşan beynin, yaşlılık dönemine gelip işlevselliği azalmadıkça değişmediği öne sürülürdü. Ancak son yapılan araştırmalar yaptığımız ve deneyimlediğimiz her şeyin beyni değiştirdiğini önermeye başladı. Hatta deneyimlerin ve çevrenin, genetik değişikliklere sebep olduğu öngörülmekte.
Mesela, Journal Nature’da yayımlanan bir makaleye göre alman araştırmacıların denetiminde 24 denek arasından üç ay düzenli jonglörlük yapan kişilerin beyinlerinde alışılandan farklı bir düşünce sistemi tetiklendiği için değişimler görülmüş. Yıllar önce katıldığım hipnoterapi eğitiminde ilk iki gün jonglörlüğü, yani havada üç top çevirmeyi öğrenmiştik. Tüm katılımcılar havada üç top çevirmeye başladıktan sonra eğitim devam etmişti. Sanırım eğitmen hipnoterapi ile öğrencileri kendi bilinçaltlarına taşımadan ve bilinçaltlarına yeni tohumlar ekmelerini önermeden önce düşünce kalıplarını ve düşünce sistemlerini yeni bakış açılarına açmak için böyle bir hazırlık tekniği seçmişti.
Gurdjieff isimli felsefecinin yarattığı danslarda da beynin alışık olunandan farklı düşünce sistemlerinin tetiklendiği öne sürülmekte. Yıllarca Gurdjieff danslarını denedim. Alışık olduğum düşünce ve ezber sistemini kullandığım sürece asla dansı başaramadım. Ancak bir süre dans figürlerini düşünmeyi bıraktığımda, daha önce hiç dokunmadığım sezgisel bir alandan dansı edebildiğimi gördüm. Aslında belki de dans kendini bedenim aracılığı ile ifade ediyordu demek daha doğru olur.
Bir başka örnekte, Harvard Üniversitesi’nde stres oranı yüksek 26 kişi üzerinde yapılan bir meditasyon araştırmasında sekiz hafta boyunca her gün bir saat meditasyon (bilinçli gözlemleme/izleme) yapan kişilerde yapmayanlara oranla stres oranlarında ve beyinlerindeki gri madde yoğunluğunda azalma olduğu gözlenmiş.
Massachussets General Hospital’da görev yapan Sara Lazar, meditasyon yapanların üzerinde beyin taramaları yapmış ve 50 yaşında olanların beyinlerinin ön korteksinde 25 yaşındakilerle aynı oranda odaklanma, netlik, karar mekanizması ve hafızayı etkileyen gri madde bulunduğunu görmüş. Sekiz hafta yapılan meditasyon uygulamalarından sonra beynin dört farklı bölümünde kalınlaşma, güçlenme görülmüş. Britta K. Hölzel, James Carmody, Mark Vangel, Christina Congleton, Sita Yerramsetti, Tim Gard ve Sara W. Lazar’ın bu bağlamda 10 Kasım 2010’da yayınladıkları makale göz gezdirmeye değer.
Mindfulness ile birlikte otonom sinir sisteminin bir parçası olan mücadele et ya da kaç tepkilerinin uyarımlarından sorumlu olan sempatik sinir sistemi ile uyarılmışlık halinin frenlenmesi, nabzın yavaşlaması, kasların rahatlamasından sorumlu olan parasempatik sinir sisteminin dengelenmesi; travmatik olaylarla birlikte büyüyen mücadele et ya da savaş uyarısı veren amigdalanın küçülmesi veya amigdalanın aktivitelerinin azalması üzerine de bir çok araştırma yapılmakta. Amigdala, beynimizin “mücadele et ya da kaç” olan bölgesi olarak tanımlanıyor. Yapılan araştırmalarda gözlemlenen şey, amigdaladaki gri maddenin azalması ile birlikte stresin de azalıyor olması. Dolayısıyla stres azaldıkça amigdala küçülüyor. İnsanların stresli işler yapıyor olmaları veya problemlerinin hâlâ aynı yoğunlukta olması bu durumu değiştirmiyor, yani buna rağmen midfulness uygulamaları yapanların amigdalaları küçülüyor. Hollanda Rotterdam’da 1990 yılından beri sürdürülen bir çalışmadan toplanan verilerde, 45 yaş ve üstü 15.000 denek incelenmiş. Bu gruptaki 3.742 kişi, özel olarak meditasyon ve yoga pratikleri ile ilgili sorulara tabi tutuldukları ayrı bir çalışmada incelenmiş ve beyin MRI sonuçlarına bakılmış.Yoga ve meditasyon pratiği olan katılımcıların beyin MRI sonuçlarında yoga ve meditasyon yapan kişilerin sağ amigdalası daha küçük ve sol hipokampal hacmi daha büyük olduğu görülmüş. Sağ amigdala beyinde, hoş olmayan uyaranlara karşı duyulan rahatsızlık ve korkuyu, ani karar alma mekanizmalarını kontrol eden kısım.
Tıp artık beden ve zihni bir bütün olarak görmeye başladı. Candace B. Pert, duygularımızın bütün bedene dağılmış moleküler olaylar olduğu kanısına vardı. Malcolm Gladwell, kitaplarında yüzüne yeterince uzun süre üzgün ifade veren kişilerin sonunda depresyona girebileceklerini vurguladı. Yani bedende yaşanan değişikliklerin zihni ve duyguları etkilediği üzerine birçok araştırma var. Bedensel olarak yaşanan rahatlama da aynı şekilde zihni etkilemekte. Bu konu ile ilgili kitabın ilerleyen bölümlerinde Taoist bir teknik olan “içsel gülümseme” metodundan bahsedeceğim.
John Horgan’ın 1993 yılında yaptığı, aynı ismi/fiili tekrarlamanın insan beyni üzerinde yarattığı değişimleri ve beynin üzerindeki nöron aktivitelerini artırdığını gösterdiği bir deneyi bulunuyor. Tasavvufta kullanılan zikir gibi isim ve fiil tekrarı üzerine farklı kültürlerde birçok farklı metot var.
Stanford Üniversitesi’nde gaziler üzerinde yapılan bir haftalık mindfulness uygulaması akabinde post-travma belirtilerinde kayda değer bir azalma görülmüş ve katılımcılar bir hafta sonunda mindfulness uygulamalarına devam etmedikleri halde iyileşme bir yıla yakın bir süre devam etmiş.
2009’da Journal Neurolmage’de yayınlanan bir makaleye göre Kaliforniya Üniversitesi’nde Nöroloji Bölümü’nde araştırmacı olan Eileen Luders, aynı yaşlarda 22 meditasyon yapan kişi ile 22 meditasyon yapmayan kişi üzerinde bir deney uygulamış. Meditasyon yapan kişilerde beynin odaklanma, duygu denetimi, zihinsel esneklik gibi alanlardan sorumlu olan bölgesindeki gri maddede bir artış olduğu gözlenmiş. Nefes almak veya bir objeye bakmak gibi odaklanma gerektiren meditasyonların beynin kontrol merkezini aktive ettiği görülmüş.
Farkındalığı destekleyen metotlara günümüzde birçok üniversite yer vermekte. Oxford Üniversitesi gibi kimi üniversiteler psikiyatri departmanına bağlı olarak eğitim faaliyetleri gösterirken Stanford gibi üniversitelerin tıp bölümlerinde de bu çalışmalar sürmekte. Stanford Üniversitesi’nde CCare adında kurulmuş olan, benim de birkaç eğitimine katıldığım bölümde özellikle şefkat ve empati üzerine bireyi geliştiren hem kampüste hem online platformda eğitimler verilmekte. Bu eğitimlerde bireyler öncelikle farkındalık, duygusal duyarlılık ve şefkat konularında bilinçleniyorlar.
Doğu’da kullanılan kadim tekniklerle bilimsel araştırmaların işbirliğini yakından izlemek de mümkün olabiliyor. Bu bölümün etkinlikleri üniversitede tıp, işletme gibi bölümlerle işbirliği içine girmiş ve akademik bir platforma oturmuş. UCLA, Berkeley, Nottingham gibi dünyanın birçok sayılı üniversitesinde meditatif yaklaşımlar, şefkat ve bilinçli farkındalık üzerine yüksek lisans programları, kredili dersler ve araştırma bölümlerini bulabilmek mümkün.
Yapılan deney ve araştırmalar halk arasında bilinenin aksine bu tekniklerin, uygulayıcıyı hayattan koparmak yerine gündelik hayatın içinde etkin, yaratıcı ve dingin bir şekilde var olmasına fayda sağladığını gösterir. Kimi mistik okullarda bireyin farkındalığı arttıkça gündelik eylemlerini deneyimlemesinin de yoğunlaşacağından bahsedilir; çünkü farkındalıkla yaşayan kişi eylemlerinde daha özgür ve daha yaratıcıdır, yaşam doludur, hayatındaki deneyimlere yargısız ve mesafeli yaklaşır.
Kimi teknikler spesifik bir şeye odaklanmakta, konsantrasyon artırmada, eyleme tam bilinç ile iştirak etmekte destekleyicidir. Yürürken ayaklara odaklanmak, yemek yerken yemeğe odaklanmak, belli bir kelimeye odaklanmak, tek bir objeye odaklanmak, aynadaki yansımaya odaklanmak gibi birçok yöntem kullanılır. Kimi teknikler ise çevremizde olan biten her şeyi gözlemleme yetisini açığa çıkartan seçimsiz duyarlılığı desteklerler.
Bir tanık olarak var olmak, farkındalık tekniklerinin uygulanması aracılığı ile bireylerin sübjektif olarak yaşadığı kişiye özel bir deneyimdir. Tanık içsel yolculukta anahtar kelimelerden birisidir. Bir çok kilidin açıcısıdır. Bazı mistik okullarda gündelik hayal dünyasında seyir eylemek, düşüncelerle sürüklenmek, geçmiş ve geleceğin kaygı ve acılarının kontrolünde yaşamak hayattan kopmak olarak kabul edilir. Zihnin, duyguların, olan biten her şeyin, döngülerin gözlemcisi olmak ve ânı tüm mevcudiyetiyle bütünsellikle yaşamak ise farkındalık ve hayatın içinde olmak olarak kabul edilir.
Farkındalık metotları; içgüdülerle, doğal dürtülerle ve zihinsel baskılarla mekanik/kalıpsal hareket etmenin ötesine geçmeye, bilinçli ve spontane davranabilmeye, kişinin kendi üzerinde ustalaşmasına, bağımsız bireyin gelişimine destek olur. Bu nedenle günümüzde birçokları tarafından bu metotlar gündelik yaşam tarzının doğal unsuru olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır.
Farkındalık ve gözlemcilik içeren yaklaşımlar, bireyin ergenliğe geçişle birlikte çocukken kaybettiği odaklanma/dikkat yoğunlaştırma üzerine kurulu, çoğu zaman baskılayan ve gerginleştiren, hatta yer yer başarısızlığa iten mücadeleci, stratejik hırsları ve korkuları ile manipüle eden yaşam tarzının neticesinde doğal olarak akıttığı sevgi, coşku, masumiyet, alıcılık gibi değerleri bir yetişkinin bilinci ile koruması/hatırlaması, en iyi haline ulaşabilmesi, tüm mevcudiyeti ile ânın içinde kalarak rahatlaması için imkânları araştırır. Farkındalık metotları her ne kadar bireysel araştırma niteliğinde uygulamalar olsa da dogmatik kullanımları uygulayıcıları gereksiz bir gerilime, bir hedefe odaklanmaya itebilir. Halbuki gerginlik, huzursuzluk, baskı ve korkunun hüküm sürdüğü bir kültürel yapıda, bu teknikler bireylere kendilerini primordial (arketipal) ifade edişleri ile eşzamanlı olarak bu bağlantısallığı fark edip zihin/belleklerinin yapılanmasını saydamlaştırmakta öncülük eder ve dış etkenlerin etkisinde kalmadan rahatlama, kendilerine yakınlaşma, susturulmuş benliklerini tanıma imkânını sunar.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar