PRAG VE SİMYA

Bin kuleli şehir olarak adlandırılan Prag’ın tarihine derinlemesine bir dalış yapmak, şehrin ortaçağlardan günümüze kadar olan karmaşık ve zengin geçmişini keşfetmek adına geçtiğimiz haftalarda Prag’a bir ziyaret gerçekleştirdim. Bohemya Krallığı'nın başkenti olarak Prag, 14. yüzyılda Vitava nehri üzerinde Charles Köprüsü'nün inşası, 15. yüzyılda, Husit Savaşları ve 17. yüzyılda, Yeni Şehir'in kuruluşu gibi olaylarla büyük değişimlere tanıklık etmiş. Gotik, Barok, Rönesans ve Art Nouveau tarzlarının güzel örnekleri ile inşa edilmiş kilise, saray ve yapılar ve Mozart, Beethoven, Dvořák gibi ünlü isimlerin Prag'ı ziyaret etmiş veya burada eserler vermiş olması ile şehir kültürel bir şölen havasında. 

Prag'ın sokaklarında yürürken, zamanda yolculuk yapıyormuş gibi hissetim. Her taşın altında bir hikaye, her köşede bir sır gizli. Einstein'dan Mozart'a, Kafka'dan Beethoven'a kadar birçok büyük ismin izleri, bu büyülü şehrin sokaklarında dolaşıyor.

Prag Kalesi, Eski Şehir (Stare Mesto), Yahudi Mahallesi ekseninde dolaşmaya başladığım Prag'ın büyüsü, sadece ünlü isimlerle değil, simyasal geçmişiyle de güçleniyor. Bu merak uyandıran şehir, tarih boyunca simyanın gizemli dünyasına ev sahipliği yapmış. Ve, bu gizemli dünyanın anahtarlarından biri, Kral 2. Rudolf'un ellerinde şekillenmiş.

Atlar ve nadir değerli şeylerle olan ilgisi ile tanınan Rudolf, sanatçıların koruyucusu olarak bilinmesinin yanı sıra, simya ve astroloji gibi mistik bilimlere olan ilgisi de dikkat çekici.

Rudolf'un döneminde, Prag Rönesansı'nın ışığı altında, simya ve astroloji bilimlerinde büyük bir canlanma yaşanmış. Bu dönemde Prag, bilimle sanatın iç içe geçtiği bir atölyeye dönüşmüş. Her iki alana da büyük ilgi gösteren Rudolf, şehri simyanın büyülü dünyasına taşımış.

Prag'ın sokaklarında dolaşırken, Rudolf'un etkisi hala hissediliyor. Simyanın gizemli atmosferi, her köşede bir iz bırakmış. Şehrin her taşı, bir zamanlar simya ustalarının ellerinden geçmiş gibi parlıyor. Ve Prag, sadece bilinen tarihle değil, gizemli simyasal geçmişiyle de büyülüyor, bir nevi mistik bir yolculuğa davet ediyor.


Rudolf'un hükümdarlığı döneminde, Prag simyacıların ve hermetistlerin sığınağı haline gelmiş. Artistler, bilim insanları ve yaratıcı figürler, şehri bir entelektüel merkez haline getirmiş. Katolik kökenli olmasına rağmen, Rudolf'un bilime ve sanata olan ilgisi ve Felsefe Taşı'nı bulma arayışı sebebi ile, Prag'ı mistik ve sanatsal bir ün kazanmış, bir çok araştırma ve deneye ev sahipliği etmiş. Prens iken Nostradamus tarafından kendisine bir Yıldız Falı sunulmuş. Prag Şatosu'nu ziyaret ettiğimde, bugün bile Alchemist Alley'de bu dönemin büyülü atmosferini derinlemesine hissettim. Prag'ın simyasal mirası, sadece sarayın duvarları içinde değil, şehrin genel mimarisinde ve sanat eserlerinde de kendini gösteriyor. Sgraffito sanatı, Prag'ın binalarını süsleyen ve simyasal sembollerle bezeli desenlerle dolu bir sanat formu olarak seyahat esnasında bizlere eşlik etti.  Simya, O dönemlerde kimya ve felsefeyle iç içe geçmiş, mistik bir alan olarak biliniyor. Kelime olarak, simya, Grekçe'de "khymeia" olarak bilinir ve genellikle "sıvı akıtmak, metal dökmek" gibi anlamlara geliyormuş. Arapça'da ise "el-kîmiyâ’" ve "es-sîmyâ’" şekilleriyle yazılmış. İslam düşüncesine ait eserler, Latince'ye çevrildiğinde, "el-kîmiyâ’" kelimesi "alchemy" olarak dönüşmüş ve Batı dillerindeki "chemistry" (kimya) kelimesinin kökenini oluşturmuş. 

Simyanın tarihsel önemi çok yönlü ve çeşitli alanlarda etkili olmuş. Simya, kimyanın ve diğer bilim dallarının temelini oluşturan birçok keşif ve gelişmeye ilham vermiş. Simyacılar, elementlerin ve maddelerin özelliklerini anlamak için deneyler yapmışlar ve bu da modern kimyanın gelişimine katkıda bulunmuş. Simya, felsefi düşüncenin bir parçası olarak kabul ediliyor ve Batı düşüncesinde derin bir etkiye sahip. Simya, doğanın sırlarını keşfetme arzusunu ve insanın evrenle olan ilişkisini anlama çabasını yansıtıyor. Simya, birçok mitolojik ve sembolik motifin kaynağı. Simyacılar, elementleri, gezegenleri ve diğer sembollerini anlamlandırmak için simgeler kullanmışlar. Bu semboller, simya kitaplarında ve diğer eserlerde sıkça görülüyor. Simya, birçok sanatçı ve yazar için ilham kaynağı olmuş. Simya sembolleri ve temaları, sanat eserlerinde ve edebi metinlerde sıkça kullanılmış. Simyanın sanat ve edebiyat alanında da önemli bir etkiye sahip.

Faust Evi, Prag'ın alkimik mirasını simgeliyor. Faust, simya ve okültizmle ilgili efsanevi bir karakter. Bu hikaye bir nevi simyanın kötüye kullanımına işaret ediyor. Hikaye, genç bir öğrencinin Prag'ın gizemli sokaklarını keşfetmesiyle başlıyor. Yorgun ve aç, terkedilmiş bir malikaneye rastlar. Diğer konaklama seçenekleri olmadığı için, cesaretle içeri adımını atar. İçeride, eski ve tozlu kitaplarla dolu raflar, gizemli sembollerle süslenmiş duvarlar ve mistik bir atmosferle karşılaşır. Bir köşede, eski madeni paraların parıltısı gözlerine çarpar. Genç öğrenci, bu buluntuyla ne yapacağını bilemezken, açlığı aklını başından alır ve bir süre sonra uykuya dalar.

Sabahın erken saatlerinde uyanır, ancak malikanede bulduğu madeni paralar hala oradadır ve daha da artmıştır. Bu gizemli durum, genç öğrencinin dikkatini çeker ve araştırmaya başlar. Fakat bilmediği bir şey vardır: bu paralar, Şeytan'ın gözlerini üzerine diktiği bir tuzaktır.

Zamanla, öğrenci Şeytan'la karşılaşır ve onun teklifini kabul eder: Paraları alacak ve Şeytan'ın isteklerini yerine getirecektir. Ancak bu anlaşma, genç öğrenciye daha fazla bilgi ve güç getirirken, aynı zamanda karanlık bir yola doğru adım atmasına neden olur. Bir süre sonra, öğrenci tam bir okültist haline gelir ve malikanede kaybolur, tavana açılan bir deliğin ardında gizemli bir şekilde yok olur. Hikaye, açgözlülüğün, sahip olma arzusunun ve karanlık güçlere başvurmanın sonuçlarına dikkat çekiyor. Genç öğrencinin, maddi kazanımlar ve güç elde etme arzusuyla Şeytan'ın tuzaklarına düşmesi, aslında insanın içindeki kötülük ve hırsın yollarını temsil ediyor. Hikayenin sonu, genç öğrencinin karanlık bir yola doğru sürüklenmesi ve sonunda kaybolması, bu tür kötüye kullanım ve açgözlülüğün sonuçlarının trajik bir şekilde ifadesi olarak okunabilir. Bu hikaye aslında belkide bir nevi günümüzde de bilimin ve teknolojinin de zaman zaman açgözlülüğe hizmet etmesi ile kendisini tekrarlamaktadır. 

Bugün Prag, simyasal geçmişini modern dünyayla buluşturan ve bu mirası koruyan bir şehir olarak ön plana çıkıyor. Alchemist Alley, bu zengin geçmişi yansıtan sembollerle dolu bir alan olarak günümüze ulaşmış. Speculum Alchemiae Museum, simya ile ilgili benzersiz koleksiyonlarıyla ziyaretçilere simyanın tarihini anlatıyor. Golden Lane Alchemy House, simyacıların yaşadığı ve çalıştığı tarihi evleri içeriyor. Devils Stream ise adeta bir simyasal nehir gibi, şehrin mistik atmosferini yansıtan bir doğal güzellik.

Prag'da simya mirasını keşfetmek isteyenler için birkaç önemli nokta bulunuyor. Bunlardan biri Eski Prag'ın Simyacıları ve Büyücüler Müzesi. Burada, Rudolfine döneminin en ünlü alkimistlerinden biri olan Edward Kelley'e ait alkimist laboratuvarı, araçları, artefaktları ve el yazmalarını görebilir ve alkimyanın sanatı ve bilimi hakkında daha fazla bilgi edindim. Diğer bir önemli nokta, Speculum Alchemiae olarak bilinen Simya Müzesi. Bu müze, Prag'ın en eski binalarından birinde bulunan ve yeni keşfedilen korunmuş bir ortaçağ simya laboratuvarını sergiliyor. UNESCO Dünya Mirası alanı olan bu müze gerçekten ilgi çekici.

Prag'da simya mirasını araştırırken, Taş Tozu Evi ve Barut Kulesi gibi yapılar da önemli. Taş Tozu Evi, alkimistlerin İmparator Rudolf II'den haber beklediği bir yermiş ve sarayın ana kapısı, simgelerle dolu. Barut Kulesi, Prag'daki simyasal etkinlikler için bir merkez haline gelmiş. Prag'daki bu Gotik kule, orijinal 13 şehir kapısından biri. 1475 yılında inşa edilmiş ve savunma kulesinden ziyade çekici bir giriş olması amaçlanmış. Mihulka Kulesi bir zamanlar simyacı yolunun eşiği olarak kullanılmış ve İmparator Rudolf II, kuleyi hem bir zindan hem de alkimistlerinin çalışma yeri olarak kullanmış. 17. yüzyılda kulede barut depolanmış ve adını Barut Kulesi olarak değiştirmiş. Bugün kule, hala geçen yüzyılın kömürleşmiş kirliliğinden neredeyse siyaht ve henüz temizlenmemiş. Edward Kelley ve John Dee gibi iki ünlü Filozof Taşı'nı arayan alkimistimistin bu kulede alkimik becerilerini geliştirdikleri söyleniyor. Bu mekan günümüzde hala ziyaret edilebilir durumda.

Prag’la ilgili bir ilgi çekici hikayede Lale’nin ilk defa Sultan Süleyman tarafından Prag kralı Ferdinand gönderildiği ve Ferdinand’ın gelen Lale soğanlarını Kraliçe Anne’nin Kraliyet Bahçesinde kurduğu egzotik bitki ve ağaçlarının arasına diktiği burdan Çek Kralı Maximillian II tarafından karısına olan aşkı uğruna Viyana’da kapısının bahçesine taşındığı ve 16. Yüzyılda Viyana’da kraliçenin bahçesinde Laleleri gören botanikçi Carolos Clusius tarafından Hollanda’ya taşındığı yönünde. Prag hala Vltava Nehri boyunca uzanan parklar ve bahçeler ile dinlenmek ve doğa ile iç içe olmak için fırsatlar sunuyor.

Charles Köprüsü, Eski Şehir Köprü Kulesi: 135797531 palindromik sayısı tarafından ilham alınan (ve 9 Temmuz 1357'de saat 05:31'de inşa edilen) köprü, Eski Şehir köprü kulesinin bir parçası olarak inşa edilmiş. Bu sayı, son sütunları gezegen güçleriyle hizalamak için hizmet ediyormuş. Ayrıca güneşin doğuşu ve batışı ile hizalandığı ve yaşamsal enerji ve dönüşümle eşitlendiği söyleniyor. Kral Charles IV, köprünün inşası için en iyi zamanı bulmak için kraliyet astrologları ve numerologlara danıştoğı söylentisi de var.. Ayrıca yaz güneşi batışı, yaz güneş dönencesi tam olarak Aziz Vitus Katedrali'nde düşüyormuş. 

Köprünün içinden manzarayı görmek isteyenler için yer altı turları var. Charles Köprüsü, Prag'ın tarihî mirasının taşlaşmış bir tanığı gibi, zamanın mührünü taşıyan eski taşlarla örülü bir geçit. Adeta bir zaman makinesi gibi, tarih boyunca yolculuk eden herkesi sarıp sarmalayan, büyülü bir atmosfere sahip.

Sabahın erken saatlerinde, köprü sessizce uyanıyor, mistik bir hava içinde, yüzyıllar boyunca anlatılan hikayelerin sessiz tanığı. Güneşin ilk ışıkları, Vltava Nehri'nin sularıyla dans ederken, köprüye hayat veriyor, taşları altın bir hüzmeyle parlatıyor. Nehir boyunca yükselen sis, köprünün etrafında bir perde gibi sarıp sarmalıyor, gizemli bir atmosfer oluşturuyor.

Gündüz gelip köprü kalabalıklaştığında, tarihin izlerini takip eden ziyaretçilerle dolup taşıyor. Her adımda, köprü taşlarının arasında yankılanan geçmişin sesleri duyuluyor. Ortaçağın cadılarından, simyacılarına, sanatçılarından, tüccarlarına kadar birçok farklı hayat hikayesi, bu taşların altında saklı. 

Charles Köprüsü üzerinde müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar ve sokak sanatçıları ile muhteşem bir ambiyans sergiliyor. Bu sokak sanatı ve performansları, şehrin kültürel dokusunu zenginleştiriyor.


Akşam yaklaştığında, gün batımının altın rengi köprüyü sarıyor. Köprü korkuluğunda bekleyen heykeller, günün son ışıklarında gizemli birer gölgeye dönüşüyor, masal diyarından fırlamış gibi duruyorlar. 

Gece, köprünün gerçek büyüsünü ortaya çıkarıyor. Ay ışığının altında, taşlar adeta sırlarını fısıldıyorlar. Charles Köprüsü, inanılmaz bir hikaye anlatıcısı, her taşıyla geçmişi yeniden canlandırıyor ve Prag'ın büyüleyici ruhunu yansıtıyor.

Astronomik Saat, batıl inançla dolu - şehir saatine bir şey olursa, şehre ve sakinlerine bir şey olacağına dair bir söylenti var. Saat, saatte iki çift animasyonlu figür içeriyor, her biri talih veya talihe bir bağlantıyı temsil ediyor. Benzersizliğini sağlamak için saatın yaratıcısı ve mühendisi, Usta Hanuš, replika yapmasını önlemek için kör edilmiş.

Johannes Kepler'ın Evi, bilimsel keşiflerin ve astrolojik merakın bir araya geldiği bir mekan olarak parlıyor.Teknik olarak alkimist olmayan Kepler, astronomi alanındaki çalışmalarıyla bilimi ve astrolojiyi bir araya getirmeye adanmış. Rudolf'un hükümdarlığı döneminde, simyanın ve astrolojinin güçlü etkisi inkar edilemiyor. Saray, en seçkin zekalarıyla donatılmış ve Kepler, bu dönemde ünlü astronom Tycho Brahe ile yakın bir işbirliği içindeymiş. Brahe'nin gizemli ölümü, gökyüzünün derinliklerindeki sırların tehlikelerini daha da vurguladığı söyleniyor. Ayrıca, Kepler aynı zamanda Bohemya'nın ünlü savaş kahramanı General Wallenstein'in ana astrologlarından biriymiş. Wallenstein, Avrupa genelinde tanınan bir savaş kahramanıymış ve yıldızlara danışmadan hiçbir karar almadığı söyleniyor. 

Bunun dışında Prag’da ziyaret ettiğim diğer mekanlar Cafe Louvre, 1902 yılında kurulmuş ve bilardo turnuvalarına ev sahipliği yapmış. Felsefe Çemberi( German Philosophy Circle) Üyelerinin ve Eduard Vojan, Otto Pick, Franz Werfel, deneyimsel psikolog Josef Eisenmeyer, Oskar Kraus, Max Bros, Franz Kafka gibi isimler tarafından sıkça ziyaret edilen, birçok buluşmanın gerçekleştiği bir mekan. 1911 - 1912 yıllarında Albert Einstein Prag Üniversitesi’nde çalışırken George Pick ve Vladimir Heinrich ile birlikte (astronomi profesörü) yine bu mekanın masalarında zaman geçirmişler. 15 Şubat’ta bu mekan Çekoslovak Pen Klübünün ünlü yazar Karl Capek öncülüğündeki toplantısına da ev sahipliği yapmış. Mekan Kominist darbesinde büyük zarar görerek kapanıyor ve tekrar 1992’de canlanıyor. Cafe Louvre’un alt katında bulunan Jazz Klübü de yine bir çok ünlünün ziyaretine ev sahipliği yapmış Avrupa’nın en eski Jazz mekanı: Reduta Jazz Club Wynton Marsalis, Dave Brubeck, Chick Corea, Vlasta Průchová, Karel Krautgartner, Miroslav Vitouš, Jiří Jelínek[3], Jiří Stivín gibi isimler burda konser vermiş. Bill Clinton 1994 yılında başkanlığı döneminde burda Saksafon çalmış. Mekana Uğradığınızda Mekanı ziyaret etmiş yüzlerce ünlü ismin fotoğraflarını görebilirsiniz.

Çek mutfağı, geleneksel lezzetlerle dolu ve başlı başına bir makale konusu. Prag, birçok restoran, kafe ve sokak satıcılarıyla tanıyor. Günlerinizi sokaklarda bir birinden güzel lezzetleri tadarak geçirebilirsiniz. Kahvaltı mekanları arasında Cafe Municipal, Çek Art Nouveau mimarisi ile öne çıkan muhteşem bir mekan. Eska, geleneksel Çek kahvaltısının güncele uyarlanmış halini sunan yenilikçi bir mekandır. Cafe Imperial ise şık atmosferi ve deneyimli şefleriyle dikkat çekiyor.


Prag, birçok müze ve galeriye ev sahipliği yapıyor. Bu müzeler arasında Ulusal Galeri, Kraliyet Sarayı, Lobkowicz Sarayı Müzesi, Kafka Müzesi ve Dvorak Müzesi gibi önemli yerler var. 


Prag'ın kültürel mirası, müzeler, tarihi binalar ve simyasal sembollerle dolu sokaklar aracılığıyla hala canlı bir şekilde yaşıyor. Bu yazıda değinemediğim bir çok mekan, bir çok hikaye yeniden ve yeniden keşfedilmeyi bekliyor.


                                                                                                       12 Şubat 2024

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HUMAN DESIGN

ATOMİK DİYALEKTİK OLARAK FARKINDALIK METOTLARI