GÖKSEL ETKİLER
Yıldız anlamına gelen “astro” ile bilgi anlamına gelen “logos” kelimesinin bir araya gelmesi ile oluşmuş olan ve birçokları için günlük eğlence haline dönmüş olan ve sosyal medya sayfalarında savrulan astroloji yorumları belki de kadim bir ilmin sömürülmesinin güzel örneklerinden birisi olabilir. Halbuki astrolojinin temelini oluşturan göksel cisimlerin insan ve toplumlar üzerindeki etkisinin araştırılması kimi kaynaklara göre MÖ 4000 yıllarına, kimi kaynaklara göre ise daha da öncesine dayanıyor. Ancak biraz daha detaylı baktığımızda MÖ 15000’li yıllara ait olduğu sanılan hayvan kemikleri üzerine Ay fazlarının kazındığını görmekteyiz. Sanırım insanlık Ay ve Ay’ın etkilerine MÖ 15000 yıllarından itibaren ilgi göstermiş.
Meksika’daki Maya kalıntıları da dahil olmak üzere birçok arkeolojik kazıyı gezdiğimde sıklıkla karşıma Güneş’in ya da belli yıldızların konumlarını takip eden yapılar çıktı. Belli gün ve saatlerde inşa edilmiş bir delikten kendini gösteren yıldızlar uzun yıllardır insanlığın gökleri nasıl takip ettiğinin bir göstergesi.
Mesela Stonehenge, MÖ 3000’lerden kalma taş anıtlar olarak dikkat çeker. Bir çember etrafına özenle yerleştirildiği belli olan anıt taşlardan birçoğu halen ayaktadır. Stonehenge’in girişinden geçen eksenin yaz dönencesindeki (21 Haziran) gündoğumuna doğru konumlandırılmış olması dikkat çekicidir. Yine aynı dönemden kalan ama daha az bilinen bir yapı olan, İrlanda’daki Newgrange anıtının kış dönencesindeki (21 Aralık) gündoğumuna yöneltilmiş olması ilginçtir. Her iki anıtta da astrolojik bazı unsurların ortaya konulduğu, dönemin Kelt rahipleri tarafından bazı yorumlamalarda bulunulduğu düşünülmektedir.
Urfa’nın Harran bölgesini ziyaret ettiğimde yine gökleri izlemek için yapılmış ve dünyanın ilk üniversitelerinden biri kabul edilmiş bölgenin içindeki yapılar çok ilgimi çekmişti. Hatta Harran’a yakın Sogmatar bölgesinde belli gezegenleri temsilen yapılmış yapıların olduğu söylencesi tartışmalı da olsa dolaşmaktadır. Bu yapılar da yine binlerce yıl öncesinden günümüze kalmış.
Akademik çevrelerce kabul edilen en eski astrolojik dokümanlardan birisi Enuma Anu Enlik’le ilgili ilk görselleri gördüğümde oldukça etkilenmiştim. Enuma Anu Enlik MÖ 1800-1500 arasında yazılmıştır. Anu, Göğün Tanrısı anlamına gelmektedir. Enlik ise Yeryüzü Tanrısı anlamındadır. Bu doküman yedi bin göksel işaret ve gözlemden oluşur. Bu dokümanın kraliyet ailesince devlet yönetimi ve toplumsal konularda destek olması amacı ile kullanıldığı söylenmektedir.
Bunun yanında Babil’de basamaklı piramit biçiminde tapınak kuleleri olan “zigguratlar”ın astronom ve astrologlar tarafından kullanıldığı söylenir. Aynı şekilde Mezopotamya’da MÖ 317’de ay tutulmalarını işaret eden bulgular bulunmuştur. Şu anda kalıntıları British Museum’da sergilenen, MÖ 1600’lerden Babil Kralı Amisaduka döneminden kalan Venüs tabletlerinde hem çeşitli gözlemler, hem de apaçık yorumlamalar bulunmaktadır. MÖ 419’da 12 eşit parçaya bölünen ilk zodyak tableti bulunmuştur. MÖ 6. yüzyıla ait 12 burca ait özellikler içeren zodyak şeması ortaya çıkmıştır.
Babil’in MÖ 539’dan itibaren Pers egemenliği etkisinde kaldığı ve Zerdüştlükle birlikte her insan ayrı bir birey, ayrı bir evrendir denilerek kişisel doğum haritalarına yönelmiş olduğu söylenir.
MÖ 410 yılında ilk horoskop, yani doğum ânı haritası Babil Kralı Shuma-Usur’un oğlu için yapılmış. Yükselen burç kullanılmasa da harita kısaca iyi, kötü olarak yorumlanmış. Akabinde yükselen burç kavramı gelişmiş; bazı matematiksel teknikler astrolojik düzenlemelerde kullanılmaya başlanmış.
MÖ 280’de ilk astroloji okulu Babilli (Kaldeli) rahip Berossus tarafından Kos Adası’nda kurulmuş. Bunun astrolojinin Batı’ya yayılmasında önemli bir basamak olduğu söylenir.
MÖ 190’da Hiparkus ilk yıldız katalogunu derlemiş; Hiparkus’un ekinoksların kaymasını açıklamış ilk astronom olarak astrolojinin yayılmasına aracılık ettiği söylenir.
11. yüzyıla kadar astronomi ile iç içe olan astroloji daha sonra ayrışmaya başlamış. Astroloji daha sonraki evrelerde astronominin metafiziği olarak görülmüş.
Hıristiyanlıkla birlikte etkisini yitirmeye başlayan astroloji, daha sonra 16. ve 17. yüzyıllarda Tycho Brahe ve Johannes Kepler gibi önemli gökbilimciler tarafından tekrar benimsenip Avrupa’nın büyük üniversitelerinde bilim olarak tanınmış.
Bazı İslam bilginleri ve sanatkârlar, evreni bütünüyle kavramaya olanak sağlayacağını düşündüklerinden astrolojik sistve buna bağlı sembollerle ilgilenmişlerdir. Böylece İslam düşünce sisteminde yer alan gök cisimleriyle ilgili semboller pek çok şekilde İslam sanatına da konu olmuştur. Yıldız bilgisi anlamında kullanılan astrolojinin Arapçası “İlm-i ahkâm nücüm” diye geçmektedir.
Al Buruni, Abu Ma’shar, İbn Ezra, Al Fergani, Alcabitius gibi astrologlar da çeşitli dönemlerde yaşamışlar, günümüze ulaşan eserler yazmışlardır.
Süleymaniye Kütüphanesi’nde (L.İ.318), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (T.5953) ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (B.274) bulunan Tercüme-i ‘İkdü’l-cümân fî târîh-i ehli’z-zamân adlı eserden minyatür örneklerini araştırılmaya değerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar