BEDENSEL FARKINDALIK
Bedensel farkındalık, farkındalığın, bütünselliğin ilk ve en temel adımlarından biridir; belki de çıktığımız içsel yolculuğun ilk adımlarından/ilk kapılarından birisidir. Yürürken attığımız adımların farkına varmak, kolumuzu kaldırırken farkında kaldırmak beden hareketlerimizi otomatiklik/mekaniklikten çıkartmaya yardımcı olur. Yavaşlayarak ve izleyerek davranışlarımızın kontrolünü ele almamıza rehberlik eder. Bakmak, gözlemlemek manasına gelen Vipassana tekniğinde, ilk etapta tüm adımları, ayağın yere basışını ve her hareketi gözlemlemeyi ve gözlemleyerek mekanik eylemlerden çıkmayı önerirler. Daha sonra farkındalık nefes alışverişine yönlendirilir; hatta farkındalık/gözlemleme sadece nefesin burun deliklerinden giriş ve çıkışına odaklanabilecek şekilde yoğunlaştırılır. Yoga, Vipassana gibi farklı yaklaşımlarda kullanılan ritmik ve derin nefes alışverişler, yukarıda bahsettiğimiz gibi bedeni titretmeye dayalı meditatif metotlar, pilates hareketleri, chi-qong egzersizleri ve travma seansları gibi yaklaşımlar sinir sisteminde birikmiş hazmedilememiş stresin atılmasına/regüle edilmesine yardımcı olurken bizleri hem bedenimizi daha yakından gözlemlemeye/dinlemeye, bedensel farkındalığımızı artırmaya hem de bizi bedenimize yakınlaştırmaya yardımcı olur.
Mistik okullarda genellikle, iç dünyamıza olan yolculuğa başlayabileceğimiz en öncelikli yol bedenimizle iletişime geçmek olarak görülür. Bedenimizle arkadaşlık kurmak temel bir başlangıç adımı olarak kabul edilir. Bedenimiz benliğimizin belki de en dış katmanıdır. Bir taraftan da bedenimiz doğanın bize en yakın olan parçasıdır. Peru’da çıktığım uzun bir içsel yolculukta, yolculuğun ilk adımı toprak anaya hediye sunmak olmuştu. Karşılaştığım rengârenk kıyafetlere bürünmüş, yüzü ve elleri kuru bir toprak gibi kırışmış olan şaman şefi bedenimizi toprak ananın bir parçası olarak görüyordu. Şaman şefi bulunduğumuz yüksek kayalıklara bakan havzada o çakmak gibi parlayan güçlü ve meydan okuyucu gözlerden beklenmeyecek derecede kısık ve kırılgan bir sesle bana “Bedenin kutsaldır, topraktandır. Bedenin toprak ananın sana en yakın uzantısıdır. Bedenine saygı göstermeyi öğrenirsen toprak anaya zarar vermen imkânsız olur, toprak da senin bedenindir,” demişti. Şamanın yönlendirmesi ile bir ritüelde toprağa sunduğum taş, çakıl gibi hediyelerle birlikte sanki bedenime ve toprak anaya iyi davranacağıma dair bir taahhütte bulunmuştum, sanki toprakla bedenim arasındaki görülmez bağı tekrar hatırlamıştım. Çok sonraları katıldığım bir eğitimde antik kültürlerde mezarlıkların bombelerinin anne karnını temsil ettiğinden ve insan bedeninin bir başka bedenden çıkıp tekrar bedenin kökenleri olan toprağın karnına gömüldüğünden bahsedilmişti. Bu yorum ne kadar doğru bilmiyorum ancak birçok farklı kültürde toprak ve beden ilişkilenmesi ile karşılaştım.
İçinde bulunduğumuz çağda bilim insanları da, birçok uzman da bedenin henüz keşfedilememiş derin bir yapı, bir nevi büyük oranda hâlâ bir gizem olduğunu kabul eder şekilde konuşuyor. Birçoğumuz her gün bu kutsal gizemin içinde yaşadığının farkında. Biliyoruz ki hayatımızda birçok şey hiçbir şekilde zihnimizin müdahalesi olmadan bedenimiz tarafından yönetiliyor. Hücrelerimizin doğumundan ölümüne, yediğimiz yemeği sindirmemiz, besinlerin kana dönüşmesi, metabolizmamızın çalışması, nefes almamız ve oksijenin bedenin belli bölümlerine dağılmasına kadar hiçbir konuda beden zihnimizin bilinçli düşünsel müdahalesine ihtiyaç duymuyor. Bizi temel yaşama bağlayan iki unsur kalbimizin atması, nefes alışverişimiz bile bizim irademiz ile gerçekleşmiyor. Ne gördüğümüz rüyaları seçebiliyoruz ne bedenimizde açığa çıkan duyuları değiştirebiliyoruz. İlgimizi çekip bedensel duyumlarımızı uyaracak şeylerin bile seçimini neredeyse yapamıyoruz. Hâlâ hiçbir bilim dalı insan bedeninin mucizesini çözemiyor. Rusya’nın Yakutistan bölgesindeki sürekli donmuş topraklarda (permafrost) on binlerce yıldır donmuş halde bulunan iki yuvarlak solucanın bilim insanları tarafından çözünerek yaşama geri döndürülmesi gibi haberlerle beden ve bilinç ilişkileri yepyeni boyutlar kazanıyor.
Bedenin zekâsını idrak edip bizi hayatta tutan en temel ihtiyaçların beden tarafından kendiliğinden sağlandığını fark etmek, insan zihninin fonksiyonunun bir insanın hayatında ne kadar da küçük olduğunu görmek için son derece yeterlidir. Farkındalık metotlarını kullanarak farkındalığımızı artırdıkça, kendimiz ile olan ilişkimiz derinleştikçe bedenimizin zekâsını kanıksamayı bırakır, bedenimizi derinden özümsemeye başlarız.
Beden odaklı bazı farkındalık metotları üstünü kapadığımız, yaşamadığımız, yoksaydığımız, biriktirdiğimiz, uyuşturduğumuz veya bastırdığımız duyu, duyum ve duygulara ulaşmak için bedenden geçilmesi gerektiğini öne sürer. Bedenimize yakınlaşmaya, bedenimizle ilişkimizi güçlendirmeye yönelik yöntemler sunar. Birçok metot öncelikli olarak bedeni pozisyonlayarak çalışmaya başlar. Bedene belli bir duruş, oturuş veya uzanma pozisyonu verir. Hatta yoga gibi bazı yöntemler bedeni pozisyondan pozisyona sokar. Tango, salsa gibi birçok dans da beden farkındalığı ile dansçıların kendilerini daha yakından tanımalarına, kendilerini keşfetmelerine alan açan tekniklerdir. Bu yaklaşım en dış katmandan başlamak gibidir.
Ben bedenle başladığım metotlarda bir şeyi fark ettim. Beden her zaman bu anda. Kalbim hep bu anda atıyor. Beden beni âna ve ânın gerçekliğine taşıyabilecek en yakın destekçilerimden birisi. Bazen düşünceler ve endişeler içinde kaybolduğumda kalp atışımı hissetmeye çalışırım. Kalbimin her bir atışı beni daha çok âna taşır. Bazen de ayaklarıma odaklanır, ayaklarımın yere basışını ve o baskının bedenimde yaratığı duyumları hissetmek için kendime zaman tanırım. Bu teknikler beni zihnin çoğu zaman bir kökü, bir gerçekliği olmayan sanal kaygılarından ânın gerçeğine yaklaştırır. Bedenime yakınlaştıkça ânı daha derinden deneyimlemeye başlarım. İçinde bulunulan ânın bedensel izdüşümlerini fark etmek kişinin yaşadığı içsel çatışmaları ve içsel gerginliği fark etmesini de beraber getirir. Bir taraftan yüzeydeki beyhude kıpırtılar, diğer taraftan derinlerdeki kıpırtısızlık bir aradadır. Ve bu, farkındalığın, şahit olmanın kendisi reddedişten doğal bir kabullenmeye geçiştir. Kendiliğinden açığa çıkan bu kabullenme ile bedensel gerginliğimin de çözümlenmeye başladığını hissederim.
Bedene teşekkür etmek
Rehberli hipnoterapi tekniklerinden beden için tasarlanmış olanları bedenimizi dinlemeye, bedenimize teşekkür etmeye yönlendirir. Yaşamımız boyunca bedenimizin bize hizmet ettiğini ve her geçen gün de hizmet etmeye devam edeceğini, bedenimizin ölünceye kadar bizimle olacağını ve işte bu yüzden tüm sevgimizi ve saygımızı hak ettiğini hatırlatırlar. Bu tarz metotlarda fark ettiğim önemli bir öğe, bedenimin benimle her an konuştuğu oldu. Hastalıklarla, ağrılarla, belli duygularda verdiği değişik duyularla, sıcaklığı ile soğukluğu ile, hızlı kalp atışları ile, sıkışmışlığı ile bedenim her zaman benimle iletişim halinde.
Bedenim birçok semptomla bana mesaj verir. Aynı telefonun çalması gibi. Telefon çalarken telefonun kablosunu kesmek yerine telefonu açıp vermek istediği mesajı dinlemenin değerini anlamak sanırım 30 yılımı aldı.
Belki çok basit bir örnek ama ben uzun süre uyku problemi yaşadım. Ancak uyku ilaçlarına yönlenmek istemedim. Gençliğimde çok spor yapardım ve o dönemlerde uyku problemim yoktu. Okul bittikten sonra profesyonel spor hayatını bırakmıştım ve uyku düzenimde bir bozukluk oluşmuştu. Uygulamasına katıldığım BedenZihin Dengeleme adlı bir farkındalık çalışmasında, bedenim geceleri yaşadığı uykusuzlukla yeterince yorulmadığını, harekete olan ihtiyacını fark ettim. Bedenimin yoğun egzersize ihtiyaç duyan bir yapısı var. Ne zaman ki günde 90 dakikamı, haftada üç-dört günümü egzersize ayırmaya başladım, bedenim ve zihnim efor sonrası kendiliğinden rahatlamaya başladı. Uykusuzluk problemim tamamen ortadan kalktı. Farkındalık metotlarının hayatıma bu anlamda destek olacak yöntemlerle bedenimi biraz daha tanımak ve bir nebze anlamak için imkân açtığını söyleyebilirim.
Nefesin gücü
Bedenle sağlıklı bağ kurmaya destek olabilecek en temel farkındalık tekniklerinden birisi bilinçli nefes alıp vermedir. Kişi nefesle birlikte bedeni ile temasa geçer. Nefes alıp verirken yer yer nefes alıp verişi burun deliklerimizde hissederek bedenimize karşı duyarlı olmaya başlarız. Bazı çalışmalar nefes alıp verirken göğüs bölgesinin yükselip alçalmasına odaklanır. Bazı metotlar bedeni 90 derecelik açı ile, omurgayı dikleştirerek oturtur ve ağız kapalı bir şekilde dilin üst damağa değmesini talep eder. Kontrollü bir şekilde burundan derin nefes alıp vererek ve diyaframı aşağıya iterek karın bölgesinin yükselip alçalmasına odaklanılır. Gözler kapalı gelip geçen düşüncelere, bedende açığa çıkan duyuların etkisine şahit olunur. İlk nefesten son nefese insan hayatına eşlik eden nefesin doğru ve bilinçli kullanımı birçok farkındalık metodunun temelidir. Kişi, farkındalığını nefeste tutmaya devam ederek hem bedeni ile hem de şimdiki/içinde bulunduğu an ile temasa geçer. Burundan alıp verdiğimiz uzun ve derin nefesler ile soluduğumuz nefes sayısını azaltır, nabzı yavaşlatıp kalbi rahatlatabiliriz. Doğru ve kontrollü nefes zihni dinginleştirmekte, sinir sistemini regüle etmekte, duygusal dalgalanmaları düzenlemede destekleyici olarak kullanılır. Bunun dışında sırtüstü uzanarak ağızdan kaotik olarak alınan nefes uygulamaları da vardır. Ağızdan kaotik nefes tekniği kişinin duygusal hafızasına, bastırılmışlıklarına dokunmak için bir yöntem olarak kimi okullarda kullanılır.
Fizyolojik değişim
Birçok edebi eserde kişilerin duygusal durumunun fizyolojik göstergelerle tanımlanıyor olması boşuna değildir. Mesela başı öne düşmüş, hafif kamburu çıkmış, gözleri yere bakan, dudak kenarları aşağıya doğru çekilmiş bir kişi ile coşku veya umut gibi bir duyguyu bağdaştırmamız mümkün değildir. Bazı metotlar fizyolojiyi değiştirerek duygulara tesir edebileceğimizi vurgular. Fizyolojiyi değiştirmek düşünce kalıbını değiştirmekten daha kolaydır. Hafif dik durmak, yüze ufak bir tebessüm getirmek, kırk üç tane kas barındıran ve bu kasları çok nadir kullanan yüze masaj yapmak gibi birçok yöntemin duygusal dünyayı etkilediği kanıtlanmıştır.
Son dönemlerde paylaştığı Youtube videoları ile psikoloji ilmini birçok insanın gündelik hayatına taşıyarak bir fenomen olan Profesör Jordan Peterson 12 Rules for Life-Hayatın 12 Kuralı isimli kitabında ilk kuralı “dik omuzlarla durmak” olarak belirlemiş ve bunu kaybeden/başarısız olan bir yengecin fizyolojisi ile kazanan bir yengecin fizyolojisindeki farklılıkla açıklamıştır. Peterson kitabında, vücuttaki serotonin seviyesi ile vücut duruşu arasındaki ilişkiyi kapsamlı bir şekilde anlatır.
Bunun dışında yoga, pilates, Tai-Chi, Chi-Qong gibi birçok sanat da fizyolojide değişim yaratmaktan yola çıkan yöntemleri kullananların başında gelir.
“Evet” demek…
Beden farkındalığını destekleyen ve kişiyi zihinden bedene indiren en temel tekniklerden biri de evde otururken veya bir grup ortamında on beş dakika boyunca bedene evet dediğimiz egzersizler yapmaktır. Bir süre bedene istediğini yapmak için izin verip sesli olarak “Şu an bedenime evet diyorum”, “Şu an kendime evet diyorum” diyerek hareket etmektir. Mesela kitap okurken veya televizyon izlerken bedenin ne yapmak istediğini dinlemek için kendinize zaman tanıyabilirsiniz. Derin bir nefes almak, tek kolunu kaldırmak, ayaklarını hafif oynatmak ya da beden oturuş pozisyonunu değiştirmek istiyor iseniz “Şu an kendime evet diyorum ve oturuş pozisyonumu değiştiriyorum“, “Şu an ve kendime evet diyorum ve derin bir nefes alıyorum” diyerek bedenin içgüdüsel davranışlarını güvenli bir ortamda belirli bir süre bilinçli olarak takip edebilirsiniz. Ben bu egzersizi her yaptığımda kendimi daha çok bedene ve dolayısıyla âna yakınlaşmış hissederim. Bir odanın içinde bedeni takip ederek, yürüyerek, oturarak, dans ederek bu egzersiz kolaylıkla uygulanabilir.
Bedensel algılamaya odaklanmak
Travma konusunda uzman olan psikoterapist Peter Levine, yazmış olduğu Waking the Tiger-Kaplanı Uyandırmak adlı kitabında insanın içgüdüsel olarak kendini iyileştirme kapasitesi bulunduğundan ve doğuştan gelen bu kapasiteyi kullanacak entelektüel zekâyla donatılmış eşsiz bir varlık olduğundan söz eder. Ayrıca vahşi doğada sürekli tehdit altında yaşamakta olan hayvanların, yaşadıkları travmaları titreyerek attıkları için daha az travmatize olduklarını söyler. Ve kitabında okuyucuya güçlü dürtülerini hatırlatır. Peter Levine, bedensel algılarımıza odaklanmamıza yardımcı olan duş alırken duş suyunun tüm bedenine dokunmasını hissetmek gibi bir dizi metot öne sürer ve bireyleri Audoux Huxley’in de kullandığı bir terim olan ve büyük ihtimalle vedalarda “Yaşam” ve psikolojide bedenle ilgili olan anlamına da gelen “Soma”tik deneyime davet eder. Yaşadığım birkaç çocukluk travması tetiklenip umulmadık bir yerde anksiyete yaşadığımda bu bağlamda öğrendiğim iki tekniği kullanırım. Birincisi iki ayağımı sıkı sıkı yere basar ve tüm dikkatimi iki ayağımın yere basışına ve zeminin ayaklarımı desteklemesine veririm. Bu süreç zihnimi rahatlatır. Eğer sırt bölgesi dik bir sandalyede oturuyorsam omurgamı da sandalyeye dayayarak sandalyenin sırtımı desteklemesini fark ederim. Daha sonra birkaç derin bilinçli nefes alır, gerekirse boynumda bulunan atardamarlara iki parmağımla hafifçe bastırarak nabız atışımı aldığım derin nefeslerle birlikte takip ederim. Bu süreç çoğu zaman bedenimde ve zihnimde bir rahatlama sağlar. Bedensel travma ve gerginliği atmak adına Doğu ve Batı yöntemlerini harmanlamış olan mistik Osho’nun her gün bitiminde/güneş batımında yapılmasını öne sürdüğü “Osho Kundalini Meditasyonu” da dört aşamalı meditasyon tekniğinin ilk aşamasına bedeni titretme ile başlar. Bu meditasyondan da zaman zaman gün bitiminde günün bedenime yüklediği stresi dağıtmak ve akşama daha rahatlamış bir beden, daha berrak bir zihin ile devam etmek için destek alırım. Bu meditasyonun ilk iki aşamasından sonra sıklıkla hücrelerimin yenilendiğini ve canlandığını hissederim.
Bedensel hafıza
Bazı mistikler ve psikoloji kökenli/bazlı yaklaşımlar tüm duygularımızın, travmalarımızın, hatıralarımızın bedenimizde kayıtlı olduğunu söylerler. Aynı bir kokuyu duyduğumuzda veya bir parça dinlediğimizde yıllar önceki bir hatıranın zihnimizde belirmesi gibi birçok kaydın bedensel hafızamızda olduğunu söylenir. 2014 yılında Zürih Üniversitesi’nde yapılmış olan gibi kimi bilimsel araştırmalar bir önceki neslin yaşadığı büyük travmaların bile miras olarak bir sonraki nesillere aktarılabileceğini öne sürmektedir.
Bedende depolanmış ve toplumsal şartlanmalardan dolayı ifade edemediğimiz veya bir önceki nesilden miras aldığımız birçok bastırılmış duygunun açığa çıkmasına destek verdiği öne sürülen beden terapileri ve egzersizleri de vardır.
Deneyimli uygulayıcılar tarafından yapılan derin doku masajı, kranyosakral, şamanik ses terapisi gibi uygulamalar esnasında nedenini bilmediğim acılarla, ağlama krizleri ile, bedenimde pusuda bekleyen öfke nöbetleri ile karşılaştığım çok olmuştur. Bedeni tanımaya başladıkça bedende depolanmış duygusal birikimleri fark etmek ve dokunmak biraz daha kolay olabiliyor. Dans ederken, gerilme/esneme hareketleri yaparken, bir yoga pozisyonunda bastırılmış/depolanmış ve bilinçaltınıza fısıldayarak iyi/kötü etki edebilecek birçok duygu/travma ile karşılaşmak mümkün oluyor.
Beslenme
Sağlıklı ve gerektiği kadar beslenme, alkali ve asidik beslenme, detoks, canlı gıda yönünde son dönemde bir sürü beslenme modeli ortaya atıldı. Bu modellerin yanı sıra düzenli spor/yoga yapmak gibi sportif yöntemler, zihinsel gözüken birçok rahatsızlığın (depresyon, bunalım, stres kaynaklı hastalıklar gibi) bedene doğru (ihtiyaçları doğrultusunda) davranılarak hormonal dengeleme ile desteklenebileceği üzerine çok sayıda araştırma ve kitap bulunmaktadır.
2002-2003 yıllarında bir dönem organizasyonlarını yaptığım Dr. Gabriel Cousens, beden ve gıda farkındalığının yeni çağ öncülerinden biri olarak gıdalara ve bedenimle olan ilişkime farklı bir bakış açısı sunmuştu. Mutluluk hormonu adı verilen serotonin, dopamin, oksitosin, endorfin dengesini doğal yoldan destekleyecek gıdalar, egzersizler, aktiviteler ve daha birçok konuda yaptığı sayısız araştırma kendisinden sonra binlerce uzmana alternatif bir bakış açısı sundu. Şu anda Türkiye’de de dahil benim ilk defa Gabriel Cousens ile vâkıf olduğum bu yaklaşımla insan psikolojisine ve zihinsel sağlığına alternatif yollarla destek veren çok sayıda bilim insanı var.
Hindistan’a yaptığım ziyaretlerden birisinde bir kökeni Hindistan’ın Vedik kültürüne dayanan Ayurveda adlı kelime kökeni olarak manası “yaşam bilimi” olan doğal şifa tekniğini uygulayan bir doktor ile tanışmıştım. Uzun zaman bu doktor ile çalışma imkânım oldu. Ayurveda’nın faydalarını kendi bedenimde de takip ettim. Ben her sene uygulamasam da birçok dostum periyodik olarak Ayurveda’dan genel sağlık bütünlüğüne ivme kazandırmak için destek alır. Birçok dostum da Ayurveda’nın önerdiği beslenme biçimlerini bir hayat boyu takip etmeyi seçmiştir.
Akupunktur, Ayurveda, geleneksel Çin tıbbının uyguladığı meridyen terapisi, homeopati, ses terapisi gibi yöntemler yaşam enerjisinin sağlıklı bir şekilde vücutta akarak vücudun kendini doğal olarak iyileştirmesine destek veren yöntemler olarak kullanılır. Bu uygulamalardan mesela ses/müzik terapinin izlerini Anadolu kökenlerinde sürebiliyoruz ve diğer bir çok destekleyici uygulamada artık Türkiye’de birçok hastaneye girdi.
Bunun yanında birçok farkındalık atölyesinde lenfatik sistemi desteklemekten bahsedilir. David “Avocado” Wolfe gibi uzmanların sağlıklı lenfatik sistem için birçok önerileri vardır. Egzersiz, rebounding (trambolinde zıplamak), sirkülasyon ve toksinlerin atılması için kızılötesi sauna, lenfatik sistemi açmak için yin yoga, lenf drenaj masajı, sıcak ve soğuk suyun geçişli olarak kullanıldığı hiproterapi duşları, deriyi fırçalamak gibi birçok teknik bu önerilerden bazılarıdır.
Mistiklerin yaklaşımı
Bazı mistik yaklaşımlar bedeni ve ihtiyaçlarını pohpohlamayı (haz), bazıları ise bedene eziyet (çile) çektirmeyi öngörmüştür. Her iki yaklaşımda da amaç beden ve bedensel olanda ustalaşmaktır. Mesela kadim öğretilerden birisi olan Tantra, bedenin içinde yaşayanı kutsal bir varlık olarak gördüğünden, bedeni tapınak olarak kabul etmiştir. Bedeni yoksaymayı, bedene kötü davranmayı doğayı ve varoluşun mucizesini reddetmek olarak görmüşlerdir.
Bazı yaklaşımlar bedenin seks, şiddet gibi içgüdüsel doğası ile yüzleşme yoluyla beden üzerinde ustalaşmayı öngörmüştür. Bu yaklaşımlar içgüdüsel doğayı bilişsel olarak kavramayı ve bu şekilde ilkel davranış kalıplarını fark etmeyi sorgular.
Bunun yanında bu akıma yakın hedonistik okullar da açılmıştır. Aristippos’un hazcılık okulunun uzantılarını hâlâ çağımızda genellikle tantra okullarının içinde görebiliriz. Çağımızdaki birçok Tantra okulu Doğu’nun Tantra öğretisi ile Batı’nın hedonistik yaklaşımının karması gibidir.
Bazı yaklaşımlarda ise kısıtlayıcılıkla ustalaşılmaya gidilmiştir. Atinalı Anthisthenes, Diogones de bu akımın önde gelen isimlerindendir. Kısıtlayıcı akımların çoğu bedenin açlık, susuzluk, seks ve sosyalleşme gibi en ilkel içgüdülerini dizginleyerek, yer yer bedene çile çektirerek beden üzerinde ustalaşmayı önermişlerdir. Oruçlar, diyetler, susuz kalmalar. Sadece hava ile yaşayan insanlarla vakit geçiren arkadaşlarım olmuştu. Bunlara “breatharian” deniyordu. Independent gazetesi Camila Castello, Akahi Ricardo adlarında bir çiftin 2008’den beri hava ile yaşadığına dair bir haber yapmıştı. Bizans döneminde Samandağ bölgesinde yaşayan Stilit adı verilen meczuplar ise bir sütun üstünde yaşayıp, sütun üstünde uyuyup saç/sakal kesmemeyi ve sepetlerine konulan az bir yemek ile yaşamayı tercih etmişler. Bazı mistikler bedenle olan ilişkilerini ilkel içgüdülerini dizginleyerek, bir ömür boyu ağaç üstünde yaşayarak, çivi üzerinde uyuyarak, astarı dışarıda kalacak şekilde keçi kılı elbiseler giyerek, bedeni çok az veya hatta hiç yıkamamayı seçerek, kendilerini izole ederek devam ettirmişler. Bir din adamından ziyade felsefi düşünce adamı olarak görülen Guatam Buda’nın ise duygusal zevkler ile çilecilik arasında bir orta yol keşfettiğinden bahsedilir.
Benim için ise ilginç bir örnek Balıkçı Baba olmuştur. İstanbul’un meczuplarından asıl adı Abdülcelil olan Balıkçı Baba diye biri varmış. Rivayete göre Balıkçı Baba her gün iskeleye iner ve tanıdığı bir balıkçının kayığına binerek bir tek balık tuttuktan sonra karaya çıkarmış. Balıkçı ise onun ayağındaki bereket sebebiyle o gün kayığını silme balıkla doldururmuş. Ama Balıkçı Baba tuttuğu tek balıkla evine dönermiş. Balıkçı Baba 1742 senesine kadar İstanbul’da yaşamış. Kabrinin de Eyüp’teki Hatuniye Dergâhı haziresinin üst kısmında olduğu söylenir. Balıkçı Baba’nın doygunluğuna ve tek balık tutmakla yaşadığı hazza her zaman özenmişimdir.
Bedenimizi kendimize en doğru gelecek şekilde farkındalığımıza dahil ederek, dayatılmış bir bedensel mükemmeliyet arzusunun da farkına vararak bütünsellik yolunda ilerleyebiliriz. Kendimizin sadece zihin, düşünce, bilgi, bedensel bir form olmanın çok ötesinde, daha büyük/gizemli bir zekâ ile bağlantıda olduğumuzu hatırlarız.
Eylem esnasında eylemi yapanı fark etmeye yönelten teknikler ‒yemek yerken yiyeni fark et, dans ederken dans edeni fark et, yürürken yürüyeni, dinlerken dinleyeni, kitap okurken kitabı okuyanın benliği fark et gibi‒ bedenin içinde var olan benliğin/canın kutsallığına da işaret eder. Bu tarz bir izleyiş bedene kendiliğinden bir rahatlama hissi getirir. İzleyen bedeni fark ettikçe ve tanıdıkça bir taraftan zihinsel olarak yaşadığı birçok şeyi bedenselleştirir, bir yandan da gövdeye bağlılık yapılanmasının bağlarını da gevşetmeye başlar. Gizem okulları genelde bedenden kaçıp öteki âlemleri aramaya çalışan kaçkınların yaklaşımından değil, tam da bulunulan yerde hayatın, doğanın, bedenin içinde var olmaktan ve bedene ait olan hazlar, acılar ve bedensel olan diğer her şeyin varlığını tanımaktan, bedenin zekâsından faydalanmaktan ve kendi içsel âleminin üzerinde ustalaşmaktan bahseder. Nietzsche’nin Zerdüşt’te söylediği gibi: “Kardeşlerim, sağlıklı bir bedenin sesini dinleyin; daha duru, daha dürüst bir sestir bu.” Bu tarz metotları deneyimlerken, bedenimizi farkındalıkla hareket ettirirken eş zamanlı olarak yaşam enerjimizin ve/veya bedensel hareketleri/duyarlılıkları gözleyenin/deneyimleyenin de farkına varırız.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar