HER DÜŞÜNDÜĞÜNE İNANMA/ZİHİNSEL FARKINDALIK
Zihinsel farkındalık bir nevi zihnimizden geçen düşüncelere tanık olma sanatı olarak tanımlanabilir. Düşüncelerin gelip geçmesine izin vermek, ama hiçbir düşünce ile özdeşleşmemek. Düşüncelerin bir bulut kümesi gibi gelmesine izin verip yine gitmesine izin vermek. Düşünce ile birlikte bulut kümesinin peşine takılıp kendini kaybetmemek. Düşüncelerin içeriğine odaklanmaktansa, düşünce ile olan ilişkiye ışık tutmak. Düşünceler gelip geçerken bu trafiği izleyenin/gözlemleyenin farkında olmak.
Doğu’da zihni izleme üzerine birçok farklı yaklaşım vardır. Mesela Hint ve kimi kabilesel yaklaşımlarda zihni odaklamak ve/veya düşüncelerin ötesine geçmek için şarkı, dans ve primordiyal seslerden oluşan mantralar kullanılır. Kimi Anadolu mistikleri zihinde düşüncelerin ötesine, zihnin ve kalbin sessiz ve dingin sularına geçmek için zikirden faydalanır. Şamanlar halüsinatif bitkiler kullanırlar. Hatta içinde bulunduğumuz dönemde Batı’da zihnin aşırı yapılanmasından/düzeninden ortaya çıkan endişe, obsesif kompülsif bozukluklar için nörobilimci Robin Carhart Harris, psikedelik ilaçların faydalı olabileceğini öne sürmüştür. Bodhidharma, Zen adı altında zihni izlemeye odaklanmıştır. Düşünceleri ve iki düşünce arasındaki boşlukları, sessizlikleri izleyen birçok metot bulunmaktadır. Buda ise hem zihni hem de bedeni izlemeye uyarlanmış teknikler geliştirmiş ve Elmas Sutra’sında öğrencilerine, “İlk önce kendinizi sevin, sonra izleyin,” demiştir.
Zihin geçmişi ve geçmişle yapılandırabildiği gelecek arzusunu bünyesinde barındırır. Ancak bu, toplanmış mekanik bir bilgidir. Mistikler, zihnin kendi başına bir enerjisi olmadığından ve enerjiyi bizlerin zihne verdiğimizden bahsederler. Zihni yer yer mekanik bir bisiklet olarak görür ve kendi bilincimizle pedalları çevirip çevirmemeye karar verebileceğimizi söylerler. Ancak pedalları çevirirken de bizi farkındalığa davet ederler, aksi takdirde tamamen alışkanlık haline gelmiş, farkında olmadan bir tekrarın içine saplanmış şekilde bilinçsizce pedalları çevirebiliriz.
Zihnimizle girdiğimiz ilişki şekli önemlidir. Mesela kimi zihin gelişim dönemindeki etkenlerden de kaynaklanarak stres altında negatife odaklanırken kimi zihin daha fazla destek verecek kaynaklara odaklanabiliyor. Meditatif yaklaşımlar zihnin bu otomatik eğilimini ve doğurduğu bedensel duyumları ayırt edebilmek için güçlü bir araçtır. Anadolu’da ise bu durum daha farklı bir dille ifade edilir. Ama bence ifade edilen şey birbirine çok yakındır. Aklının ardına nefsini koyarsan aklını nefsinle, kalbini koyarsan kalbinle hareket ettirirsin. Bu da bana göre zihnin ustası olmamız gerektiğine yönelik bir çağrıdır.
Zihin denen mekanizma
Zihin bünyesinde milyonlarca yılın evrim bilgisini taşıyan bir mekanizma, ancak zihni durağan ve kendini tekrar eden bir depodan dinamik bir yapıya büründürecek olan bilincimizin zihinle olan ilişkisidir. Gizem okullarında genellikle zihin ibaresi ödünç alınmış, işlenmiş olan anlamında kullanılır. Bilinç ise bireyin doğasını temsil eder. Zihin toplumun, ailenin, kültürün, çevrenin doğanın etrafında yarattığı çember gibidir. Mistikler özgürlüğün zihinle olan özdeşleşme ile araya konulan boşlukla deneyimlenebileceğinden bahsederler. Mesela Gurdjieff, “Mekanizmanızı yoksayın, bir süre yemek yemeyin ve açlık ve yeme arzunuzun üzerinde ustalaşın,” dermiş. Burada anlatılanlara göre amaç açken zihni başka bir şeyle meşgul etmek veya açlığı bastırmak, bedenin açlık hissini yok saymak değil farkında olarak zihinsel özdeşleşme ile aramıza bir boşluk koymak, ayrışmaktır. Yer yer zihne ve zihinde beliren arzulara ilgisiz kalmayı seçmektir.
Farkındalık metotları bizi zihinsel özdeşleşmenin dışında bir alana taşır. O alan mistiklere göre saf enerjinin olduğu bir alandır. O enerjiyi nereye yönlendirip nereye yönlendirmeyeceğimiz de bizim seçimimizdir. Bu noktada zihinle, beden/zihin mekanizması ile işbirliği yapıp yapmamak bizim elimizdedir.
Düşüncelere tanık olunmaya, farkındalıkla her bir düşünceye özdeşleşmeden bakılmaya başlandığında düşüncelerimiz ile ilgili birçok gerçeği görmeye başlarız.
Düşüncelerimizin bazılarının bize ait olmadığını; mesela annemizin çocukluğumuzda söylediği bir sözün tekrarını, babamızın bazı kurallarını, okuldan, gazeteden ya da bir filmden tekrarlayan inançları, fikirleri veya pazarlanan ürünlerin oluşturduğu arzuları kendi düşüncelerimiz gibi algıladığımızı fark ederiz. Zihnimizde kök salmış bir çok fikir tohumu ayırt etmeye başlarız.
Yazmak…
Zihne ilişkin yaptığım egzersizlerden biri on dakika boyunca zihnimden geçen her düşünceyi yazmak olmuştu. Birbiri ile ilişkili ilişkisiz çılgınca konuşmaları idrak etmeye başlamam yazım esnasında çok kısa zamanımı aldı. Yazıya döktüğüm içsel konuşmaların çoğu geçerliliğini yitirmişti. Zihinsel farkındalıkta tüm bu bulut kümesi gibi geçen düşünceleri izlemeyi ama satın almamayı öğreniriz. Zihnimizdeki geçmişten kendini tekrarlayan cümlelerle işbirliği yapmamayı seçebildiğimizi fark ederiz. Kendimizi sürekli olarak gözlemciye geri getiririz.
Düşünceleri ayrıştırmak için bir kâğıt kalem alıp tüm çocukluktan itibaren anneden, babadan, aileden, okuldan gelen (sesli/telaffuz edilmiş-sessiz/telaffuz edilmemiş) kurallar, eleştiriler ve kıyaslamaları yazıya dökmek gibi bir yol da kullanılıyor. Belki geçmiş dönemlerde söylenmesi gerekli/ya da baştan beri gereksiz olan cümlelerin fark edeceksiniz ki birçoğunu hâlâ hiçbir işe yaramadığı halde taşıyorsunuz ve dönem dönem ziyaretinize geliyorlar. Bunlar hipnotik iç seslerimizdir. Ve farkında olmadığımız sürece bizi kontrol altında tutarlar.
Düşünceleri 5-10 dakika boyunca bir kâğıda yazmak ve görsel olarak netleştirmek, düşünceleri daha gelirken fark edip özdeşleşmemek benim için her zaman destekleyici bir süreç oldu.
Temsil dili
Bunun yanında bazı ekoller kavramlar üzerinde çalışır. Temsil dili ve temsil dilinin yarattığı zihin de yer yer sorunlu olabilir. Her bir kavram ve o kavramın zihnimizde nasıl yapılandığını anlamanın da bireyi zihinsel bir tekrarın dışına çıkartabileceği söylenir. Mesela başarı peşinde koşan bir kişinin başarı kavramı, başarı adı altında öğrenmişlikleri, bu kavramın peşinde koşarken attığı adımlar ve bu kavramla bağdaşan davranış kalıpları üzerinde tefekkür etmesi, kişiyi mekanik ve programlanmış bir bilinçsiz koşuşturmadan uyandırabilir. Bu ekollerin bazılarına göre bilinen alışkanlıkları tekrar ederek başarı kavramına ulaşılabileceği fikri konformisttir. Zihin bu yapının içinde kendisini rahat hisseder ancak çoğu zaman gerçekçi değildir. Kişinin temsil dili ile ifade edilen bir kavram peşinde bilinçsizce sürüklenmesi, kendisini bir kavram dili ile tanımlamaya çalışması yerine bu kavramlar üzerinde tefekkür etmesini desteklemesi önerilir.
Zihin bizi geçmişte toplanmış bilgilerle geleceğe doğru arzunun farklı modifikasyonlarını kullanarak ittirir. Ve biz buna enerji adını veririz. Bu mekanik ittirişle işbirliğine seçimsizce gireriz. Ancak işbirliğine girip girmeme şansının bizde olduğunu, zihne enerji verecek ve/veya vermeyecek olanın biz olduğumuzu anladığımız noktada özgürleşiriz. Saf enerji bizimdir ve bu enerjinin hareketine ve dansına mistikler “Leela” adını verirler. Bu enerjinin saf ve taze olduğu söylenir.
Zihinle özdeşleşmek
Zihin yaşlıdır ve yaşlanmaya devam eder. Ancak zihinle işbirliğine giren enerjimiz arınıktır. Zihnin dışında olmak, zihne izleyici kalmak, gerçeğin, hayatın içinde olmaktır denir. Genel eğilimimiz zihinle özdeşleşmektir. “Çok gerginim” deriz. Mistikler “Zihnim gergin”, hatta “Zihnimin gergin olduğunun farkındayım” dedirterek bizi yavaş yavaş zihinsel özdeşleşmenin dışına taşırlar. Ve bu adımlar bizi bilince köklendirir. Geçmiş ve gelecek içinde mekik dokuyan zihnin dışına taşır, yaşanan âna/şimdinin gerçekliğine getirir. Zihin mekanik yapısı içinde kendini tekrar eden acısıyla, hüznü ile, geçmişi ile, geleceği ve arzuları ile çoğu zaman bizi hayattan koparır. Zihinsel farkındalık ise bizi bu mekanik yapının dışına taşıyarak hayatın gerçekliği, dinamizmi, sezgisi ve olağanlığı içine adım attırır.
Zihinsel farkındalıkta gözlemlerken veya izlerken yer yer tamamen düşünce çağrışımı ve birbirini izleyen düşünceler ile özdeşleşmiş, hatta o düşüncenin yarattığı duygulara girmiş, belki içinde bulunduğumuz gerçeklikten/bedenden tamamen uzaklaşmış olduğumuzu fark edebiliriz. Zihin dışarı doğru hareket eder. Dışarda bir şeyi düşünür, dışarda bir şey için eyleme geçmek ister. Zihnimizden geçen isimlendirmelerle/tanımlarla, değerlerle, yargılarla hüküm verilen sonuçlar realite ile aramıza bir perde gibi inebilir. Birçok uygulamada buna zihnin yansıması/projeksiyonu adı verilir. İçsel yolculukta zihin işlevsizleşmeye başlar. Zihnin yarattığı teoriler, fikirler felfesefe için, tıp için, teknoloji için ve bir çok konu için gereklidir ancak içsel dünyamıza olan yolculukta bir engele dönüşebilir. Kişinin benliği, içsel merkezi ile arasında bir zihin köprüsüne ihtiyaç yoktur. Kişi zaten ordadır.
Zihinle özdeşleşmek, dil ile yapılanmış sanı dünyasının içinde sorgusuzca yaşamak insanlığın binlerce yıldır süregelen bir alışkanlığıdır. Bu sebeple zihni izlemeye yönelik meditatif uygulamalarda alışkanlıkların doğurduğu yargılara geri dönmek son derece doğadır. Bu noktada fark etmek önemlidir ancak kendimizi yargılamamak da eşit derecede önemlidir. Yargılarsak da yine yargıladığımızı fark edip izlemeye/gözlemlemeye devam etmek. Bu süreç basit bir zihne/zihin olarak tanımladığımız düşünceler kümesine tanık olma sürecidir. Yargısız, karşı çıkmaya çalışmadan, etiketlemeden, taraf olmadan. Bu süreçte zihinden geçen düşünceleri iyi, kötü, güzel, çirkin gibi yargılamadan, düşünce ile herhangi bir ilişkiye girmeden sadece tanık oluruz.
Mesela nefesi izleyerek ilgiyi düşüncelerden alıp nefese, yumuşak, yavaş ve uzun adımlarla yürüyerek ilgiyi düşüncelerden alıp yürüme eylemine getirdiğimizde, taoist bir uygulama olan bedendeki tüm organların ve hatta hücrelerin gülümsediğini hissettiğimizde bir yerde zihinde yoğunlaşmış, düşüncelerle özdeşleşmiş olan enerjimizin zihinden bedene dağıldığını fark edebiliriz. Bu tarz uygulamalar kişinin ilgisini yönlendirmek veya belli bir şeyin üzerinde tutmak, düşüncelerin üstünde ustalaşmak üzere kullanılır. Düşünceler ayrıştıkça zihin adını verdiğimiz tanımı sorgular, zihnin çözülmesinin şahidi oluruz. Artık düşünceler bizi değil biz düşüncelerimizi şekillendirmeye başlarız. Her bir düşüncenin peşinde içsel, duygusal ve davranışsal olarak kaotik sürüklenmeyi bırakır, daha farkında ve seçici oluruz. Düşüncelerimizin üzerinde ustalaşmak, düşüncelerin farkına varmak bizi hem zihinsel, hem de duygusal netliğe/doğallığa götürür.
“İçsel gökyüzünde düşüncelerini gelip geçen bulut kümeleri gibi izle. Bırak gelsinler ve içsel gökyüzünden akıp uzaklaşsınlar. Bulutlar gelir ve gider ama içsel gökyüzün her zaman engin bir boşluktur. Bu senin içsel özgürlüğündür.”
Kaos
Belki de birçok efsane ve destanda anlatılan ve içinden geçilmek durumunda olunan kaos zihnin metaforudur. Farkındalık metotlarının çoğu zihinsel kaosu, zihnin tufan gibi her taraftan saldırışını algılamak üzerinedir. Hatta bazı mistikler kaos kuramının sadece ve sadece zihinde var olabileceğini, onun dışında her şeyin kozmik bir uyum, ahenk, matematik içinde var olduğunu söylerler.
Rüyalar
Meksika ziyaretim esnasında Azteklerin kullandığı, rüyalar vesilesi ile gerçeği yönlendirme tekniklerinden biri olan Lucid Dreaming konusunda ustalaşmış bir rüya eğitmeni ile tanışmıştım. Babasının da bu konuda yazdığı kitaplar vardı. Rüya eğitmeni babasının rüyalarını yaşadığı hayata çok yakınlaşabilecek şekilde yönlendirebildiğinden, zaman zaman ortak rüya görebildiklerinden ve babasının bir Lucid Dream seansında rüyasında yaşadığı bir ölüm ile vefat ettiğinden bahsetmişti.
Yine İsveç’te katıldığım bir çalışmada bir müzisyen halüsinatif müziklerini tüm gece boyunca çalmıştı. Tüm katılımcılar müzik eşliğinde bilinçli rüya için uzanmışlardı. Seans esnasında yakınımdaki birkaç kişi ile ortak rüya alanına girip çıktığımıza şahit olmuştuk.
Kimi ustaların düşünceleri üzerinde ustalaştıklarından ve zaman içinde rüyaları üzerinde de ustalaşabildiklerini ve uyanık olma haline geçebildikleri söylenir. Hatta rüyaların bilinçli izleyicisi ve şekillendiricisi olduklarından bahsedilir. Ben kişinin sadece uyanıkken zihnini izlemekle kalmayıp uyku esnasında da zihnini izlemeye devam ettirmesi eylemini Anadolu’da yekaza tabiri ile duymuştum. Gördüğüm kadarı ile bazıları için bunlar çok doğal süreçler ancak birçok insan Lucid Dreaming deneyimi yaşamak için aynı beden kaslarını güçlendirmek gibi istikrarlı pratikler yapıyor.
Dil
“İlk baştan bir şey bir şey değildir.”
-Hui-Neng
Düşüncelerin yapılanmasında bir faktör de dildir. Dil ve sözcüklere dökmek çoğunlukla mekanik olarak kullandığımız bir şeydir ve toplumsal olarak yaşamak için gereklidir. Ancak dil ve sözcüklerin işlevi o kadardır. Zihnin sözsel işleyişini fark etmek ve dilsel çözümlemeye doğru yol almak da (dil bilincimizin düşüncelerimizin sınırları, zaman, gelecek öngörümüz, yer/yön tespitimiz üzerindeki etkisini anlamak) bizi zihin üzerinde ustalaşmak için kullanılan yollardan birsidir. Mesela Türkçede düşünmek ve sanmak gibi iki kelime vardır. Birçok defa sanılarımızı sağlıklı bir düşünme eylemi ile karıştırır, sanıların peşinden sürükleniriz. Düşünce ve sanı arasındaki farkı algılamak dilin “her düşündüğüne inanma” konusunda bizi uyarmasıdır. Bu kavramsal fark belki de bilinçli olarak gerçekleştirilen nizami düşünce ile kaotik sanı arasındaki mesafeyi anlatır. Yani dil düşünce ile özdeşleşmekten bir nebze sanı kavramı ile bizi kurtarmıştır.
Al-Cabbar adlı sufi mistiğin kendisine ziyarete gelen öğrencilerine verdiği tek bir meditasyon olduğu söylenir. Bu meditasyon, kişinin saatlerce hiç bilmediği bir dilde konuşmasıdır. Al-Cabbar tüm ziyaretçilerini saatlerce hiç bilmedikleri bir dilde konuşturarak bireysel olarak deneyimleyebilecekleri bir alan oluşturur. Al-Cabbar’ın hiçbir şekilde ne ve neden gibi felsefi konuşmalara girmediği, mantıksal bir dil kullanmadığı, sadece deneyimsel bir metot kullanarak ziyaretçilerini deneyime davet ettiği söyleniyor. Al-Cabbar bu metodunu uygularken hiç kimsenin zihnine agresif bir şekilde bir inanç veya fikir yüklemeye çalışmamıştır. Sadece gelenlere yaşayabilecekleri bir deneyim için alan açmıştır.
İlk defa hiç bilmediği dillerde konuşan insanların bir araya geldiği bir dışavurum grubunda bulunduğumda ânın garipliği karşısında bir akıl hastanesine kapatıldığımı düşünmüş ve yaklaşık 10 dakika bu garip egzersiz karşısında kahkaha atmamı durduramamıştım. Ancak süreç tamamlanıp sessiz oturmaya geçildiğinde zihnimdeki ve bedenimdeki daha önce hiç deneyimlememiş olduğum derin rahatlamayı fark etmiştim. Zamanla bu, benim de zaman zaman gündelik hayatın içinde kullandığım bir yöntem haline geldi. Özellikle zihnim çok karışık ve yorgun olduğu dönemlerde 10 dakika hiç bilmediğim bir dilde yüksek sesle konuşurum. Hatta bazen bu uygulamayı duşun altında yaparım. Daha sonra sessiz oturur ve bedensel duyumlarımı ve zihnimden geçen düşünceleri izler, beden/zihnimin kendini düzenlemesine olanak tanırım.
Çağımızda aşırı baskıcı, hızlı ve interaktif ortamlarda bulunduktan sonra aktif zihinsel dışavurumun ve daha sonra detaylı olarak bahsedeceğim katarsisin (aktif duygusal dışavurumun/yer yer kum torbasına birkaç kroşe atmanın veya yastık dövmenin) sessizlik içinde oturabilmemi ve gözlemlememi çok daha kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
Birçok sefer dil kullanımı ile ortaya çıkan kelimelerin yetersizlikleri bizi hayatı bölünmüş veya ikili bir perspektiften görmeye zorlar. Mesela derinlemesine bakarsak yaşam kelimesi içinde ölümü de barındırır. Doğduğumuz andan itibaren ölüme gebeyizdir. İçine doğduğumuz yaşam bünyesinde ölümü de barındırır. Ölüm yaşamın bir parçasıdır ancak genel alışkanlık ölüm ve yaşam gibi kavramları polarize etme/ayrıştırma eğilimindedir. Ve bu dualistik bakış hem kısıtlayıcıdır hem de birçok gerçeği gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Aynı şekilde dildeki yetersizlikler iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi mefhumlar da her bireyin kendi yaşamsal örgüsü ile bir anlam bulacak ve bu anlamlar genellikle toplumlar ve bireyler arası ciddi farklılıklar gösterecektir.
Bunun yanında, başarı gibi bir kavram yerini yine zihinde bir bağlantısallık zinciri içerisinde bulur. Ancak zihnin mekanik yapısı içerisinde başarı sadece durağan ve ölü bir kavramdır. Zihinsel bağlantısallık içinde başarı kavramı hep aynı şeyi çağrıştıracaktır. Kendimize bu mekanik bağlantısal örüntüden çıkmaya izin verdiğimizde, o düşündüğümüz başarı kavramı da yepyeni bir yaşamsallık kazanacaktır. Böylesi bir farkındalıkla yaşamda gördüklerimiz ölü bir isim, sıkıcı bir tekrar olmaktan çıkar ve her şeyin, hatta kelimelerin bile yaşayan varoluşunu deneyimlemeye başlarız.
Zihnin tarihsel yapılanması
“...Beni bulamazsan üzülme,
Eşyalarımızı bulacaksın.
Kestiğim taşları, açtığım yolları,
İşlediğim heykelleri bulacaksın.
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
Parmak izlerimiz değecek birbirini...”
-Likya şiiri
Birey zihinle çalışmaya başladıkça zihnin tarihsel yapılanmasına da şahit olmaya başlıyor. İnsanlığın korku, anlamlandırma, cezalandırma, sorun çözme gibi güdüleri ile ortaya çıkardığı yaşamsal hikâyelerin zihnindeki izdüşümüne ışık tutuyor. Geçmişten günümüze aktarılan ve devamlı etkileşim içinde olan fenomonolojik yaklaşımların ideolojik yapılanma ihtimalini, bir dogmaya dönüşme olanağını derinden anlamaya başlıyor. Kanımca tüm deneyimlenen ve deneyimlemek için var olan farkındalık yaklaşımlarının tarihi boyutu, karşılıklı etkileşimleri ve toplumsal/sosyolojik olarak oturduğu yeri anlayabilmek de kendi başına bir farkındalıktır. Pagan geleneklerden Grek filozoflarına, romantizm akımlarından arkeoloji, antropoloji, filoloji ve psikoloji gibi bilim dallarına kadar tarihsel süreçlere ve etkileşimlere objektif bir pencereden ışık tutmanın kendisi de benim açımdan bir zihinsel yapılanma çözümü olabilir.
Mistisizm, spritüellik, kişisel gelişim, New Age akım gibi dünyada ön plana çıkmış içeriği tam olarak belirlenemeyen birçok terimin felsefe, dil, bilim ve gelenekler ile iç içe örgüsünü açığa çıkartmak da zihinsel farkındalığın bir parçasıdır. Zihinsel farkındalık, belki de insan zihninin herhangi bir ideolojiye -ki bu ideoloji “bütünsellik, bağımsızlık, özgürlük” gibi ideal temalar da olsa- realizm adı altında yaklaşma, herhangi bir sonuca, herhangi bir anlama gerçeklik adı altında tutunma eğilimini ve bu şekilde elde ettiği dinginliğe, rahatlamaya karşı gerçekliğin iç içe geçmiş etkileşimi, bağlantısallığı, ele geçmezliği ve bunun idrakinin verdiği huzursuzluğu görebilmektir.
“Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti.
Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.”
-C. Rumi
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlar