MEKÂNA DOKUNUŞ-FENG SHUİ

“Kafanı kaldır ve gökyüzünü izle; kafanı indir ve sarmalandığın çevreyi izle.”


Yani Kan-Yu, önceleri Feng Shui yerine kullanılan kadim bir terimdir. Uygulayıcıları tarafından doğal bir bilim olarak kabul edilen Feng Shui’nin, köklerini, “yol, akan su” anlamına gelen Tao’dan aldığı söylenir. Feng Shui uygulayıcıları, çevreyi yaşam sanatının doğal bir parçası olarak kabul eder ve onun yaşamımızdaki etkisini araştırırlar. Çevresel psikolojinin temellerinin Feng Shui ile atıldığı söylenir. Feng Shui, kelime anlamı olarak “rüzgâr” ve “su” demektir. Hesap yaparken gökyüzünü (zaman), yaşadığımız çevreyi (mekân) ve bireyi göz önüne alır. Bu üçlüyü cennet, dünya (toprak) ve birey olarak tanımlamakla beraber onların uyum içinde yaşamasını esas tutar.

Feng Shui hakkında bulunan ilk yazıtlar MÖ 25. yüzyılda Doğu Han Hanedanlığı’na kadar dayanır. Ancak daha da öncesinde MÖ 2800’lerde Hsialı Wu’nun kaplumbağanın kabuğunda fark ettiği kusursuz “sihirli kare”nin I Ching (Değişimler Kitabı), Çin astrolojisi ve Feng Shui’nin doğumuna sebep olduğu söylenir. Feng Shui’nin MÖ 700’lerde popüler olmaya başlayan yin/yang teorisi üzerine köklendiği ve sonrasında düzenli ve tutarlı gözlem, araştırma, ölçümleme, deney ve hesaplamaların tekrarı ile organik olarak geliştiği öne sürülür. 

Feng Shui bilgileri topluma MÖ 907 yılında, imparatorluğun meteoroloji uzmanı olan gökbilimci Master Yang tarafından sızdırılmıştır. Master Yang, o dönemde Qiang Sze’ye gitmiş ve o bölgedeki fakirlere Feng Shui metodunu kullanarak/öğreterek yardım etmiştir. Bundan dolayı kendisi “fakirleri kurtaran Yang” olarak anılmıştır. Yang’ın daha sonra Form Okulu olarak tanınacak dağlar ve tepeleri yönlendirmede kullandığı okulun da ilk elkitabını yazdığı söylenir. Master Yang’dan yaklaşık bir yüzyıl sonra özellikle dağlık ve tepelik bölgelerde yaşamayan araştırmacılar, dağ ve tepeler yerine Çin pusulası ile ölçümler yaparak, Feng Shui hakkındaki eski metinleri okuyarak kapsamlı yorumlar yazmışlar ve Pusula Okulu’nu kurmuşlardır. Chiang Khai Shek’in Tayland’a giderken yanında 1000 Feng Shui kitabı götürdüğü ve orada kurduğu devlet sisteminde Feng Shui kullandığı söylenir. Feng Shui’nin buradan Hong Kong’a yayıldığı ve daha sonra Marco Polo ile Batı’ya geçtiği öne sürülür. Marco Polo’nun, imparatorun sarayının kuzey duvarına bir mil civarında çevresi olan geniş ve yüksek bir tümsek inşa ettirmiş olduğu bilinir. Bu tümsek Siyah Kaplumbağa anlamına gelir ve onun sarayın Feng Shui’sini iyileştirdiği söylenir. 

Bir efsaneye göre yin ve yang, evreni var eden kaos ile aynı zamanda ortaya çıkmıştı. Mükemmel bir denge ve ahenk içinde olduğundan, ilk insan Pangu ve ilk tanrılar Fuxi, Nuwa ve Shennong’un oluşmasına sebep olmuştu. Bu mite göre yin ve yang, Dünya’nın merkezinde aynı uyum içinde var olmaya devam etmektedir. MÖ 14. yüzyıldan itibaren kullanıldığı söylenen yin-yang sembolünün ilk kullanım örneği MÖ 3. yüzyıla ait kemiklerin üzerinde kehanet amaçlı olarak görülmektedir. Ancak şimdilerde Çin felsefesinin temellerini oluşturan bu sembolü yeni hip yoga stüdyoların duvarlarına kadar birçok yerde, farklı anlamda görmek mümkün. 

MS 100 yılına ait bir Çin sözlüğü, yin için “kapalı kapı, karanlık, nehrin güney şeridi ve dağın kuzeyi” ve yang için de “yükseklik, parlaklık ve dağın güney yönü” ibarelerini kullanmıştır. Yin ve yang, Han ve Zhou hükümdarlıkları dönemlerinde Çin felsefesine girmiştir. Konfüçyüs ve Lao Tzu’nun, yin ve yang’ı farklı açılardan kullandığı söylenir. Konfüçyüs’ün daha ateşli olan yang’ı, Lao Tzu’nun ise daha dingin olan yin’i ağırlıklı kullanmayı seçtiği öne sürülür. Bu sebeple öncelikli olarak Lao Tzu tarafından yazıldığı söylenen Tao Te Ching ve kadim Çin klasiklerinden I Ching, Feng Shui öğretisinin derinliklerini anlayabilmek için önemli okumalardır.

Feng Shui, arsanın nereden alınacağından başlayarak binanın inşa edilme biçimi ve yönüne kadar ilerleyen matematiksel bir süreçtir. Feng Shui’nin matematiksel hesaplarında binanın yapım yılı, yönü, mekân içinde yaşayan kişilerin doğum tarihleri önem teşkil eder. Yang ev Feng Shui, yaşayan mekânlarda denge yaratmak ile ilgilenirken yin ev Feng Shui ise mezar ve mezarlıkların düzenleri ile ilgilenir. 

1933-1936 yılları arasında Walter Schofield, Hong Kong’da tarihöncesine ait yüzden fazla ören yeri keşfetmiştir. Lantau Adası üzerindeki Tung Wan’da, Bronz Çağı’na ait bir mezarlıkta, başları güneye yöneltilmiş altı ölü bulmuştur. Bu buluşun Feng Shui’nin öncelikli olarak mezarlarda kullanıldığına işaret ettiği de söylenmektedir. Chu Chiang Irmağı’nın deltasına kurulu Kanton kentinin de Feng Shui esaslarına göre inşa edildiği söylenir. Pekin’in kuzeyinde kenti soğuktan koruyan tepeler vardır. Havanın açık olduğu günlerde Yasak Kent’ten izlenebilen Batı Tepeleri ve Yasak Kent’in önünden akan Altın Irmak’ın Feng Shui prensipleri ile örtüştüğü iddia edilir.

Çin yönetimlerinde şehirler önemli rol oynamıştır ve Çin için önemli şehirlerin yapılanmalarındaki Feng Shui etkisini araştıran dikkate değer kaynaklardan biri de Eitel ve Degroot’un yaptığı araştırmalardır. Mekânın etkileri üzerine Batı’da da çok sayıda araştırma bulunmaktadır. 1978’lerde üç psikolog iki farklı grup üzerinde mekânsal bir deney gerçekleştirmiş. Deney esnasında her iki gruptan da 40’ar kelime ezberlemeleri istenmiş. Birinci grup onar dakikadan iki defa aynı, kötü ışıklandırmalı, dağınık ve penceresiz odada çalışmış. İkinci grup birinci on dakikada kötü ışıklandırmalı ve dağınık odada çalışırken ikinci on dakikada daha düzenli ve dengeli gün ışığı alan odaya geçmiş. İlk grup 40 kelimeden 16 kelimeyi ezberleyebilirken, mekân değiştiren grup 40 kelimeden 24 kelimeyi hatırlayabilmiş. Bu deneyde mekânın düzenlenmesi ile bireylerin performansında %40 bir artış olduğu gözlemlenmiş. 

Feng Shui evrendeki tüm varlıkların, doğanın kanunları ile yönetildiğine inanır ve evrendeki enerjiyi, akışı, manyetik alanı qi/chi (çi) olarak adlandırır. Chi’yi hayat ve yaşam enerjisinin mekanizması, evrenin nefesi olarak görür. Mesela “Bedende nefes chi’yi temsil eder,” denir ve chi’nin doğru yönlendirilmesi ile bereketin, sağlığın artacağına inanılır. Diğer taraftan bazı Feng Shui ustaları “Feng Shui, fakir bir insanı zengin, hasta bir insanı sağlıklı yapmak için kullanılamaz,” der. Yani ustalara göre Feng Shui büyük vaatlerde bulunan hurafeler üzerine kurulmuş bir sistem değil, yaşamsal enerjinin akışını desteklemek için kullanılan bir tekniktir. 

“Chi, rüzgârla akarken dağılır, su kenarına yaklaştıkça hız kaybeder” de chi’nin hareketini ifade eden cümlelerden biridir. Chi’nin havanın akışını takip ettiği ve su gibi aktığı söylenir.

Feng Shui altı bilimsel teori üzerine inşa edilmiştir: yin/yang prensibi, beş element (Wu-Xing), sekiz trigram (I-Ching), yönler (doğu/batı sistemi), Güneş Sistemi (dokuz gezegen ve enerjileri) ve çevre.

Feng Shui, Batı’ya sızmaya başladıktan sonra kendi içinde bölünmeye başlamış ve bu bölünme farklı okulların açılmasına sebep olmuştur. Bu okullar da alt okullara bölünmüş, zamanla bazı okullar oldukça dogmatikleşmiştir.  


Bilinen üç temel okul:

  1. Form/Şekil Okulu
  2. Compass/Pusula Okulu
  3. Black Hat/Siyah Şapka Okulu 


Form Okulu öncelikli olarak çevreye odaklanır. Form Okulu’na göre üç farklı tepe vardır. Siyah kaplumbağa tepesi, dağlardır ve ideal olarak evin sırt bölgesinde bulunur. Yeşil ejderha tepesi evin solunda bulunan dik eğimlerdir. Beyaz kaplan tepesi, ejderha tepesinden biraz daha kısa ve yuvarlaktır; evin batısında bulunur. Bu tepeler chi’nin eve yoğun akımını engeller. Kırmızı Anka Kuşu ise evin ön tarafını temsil eder. Bu, genelde nehir akan küçük bir tepedir ve değişimi, akışı destekler. Form Okulu’na göre eviniz tepelerin arasında iki kolunu yanlara dayamış olarak bir koltuğa konforla oturmuş edasında olmalıdır.  

Form Okulu mekânın bulunduğu çevre, şekiller ve sembolizme odaklanırken Pusula Okulu pusula kullanımı, yön ve zaman hesaplamalarını kullanır. Lo-Shu karesi, Bagua enerji haritası gibi kavramlar Pusula Okulu’nda devreye girer. Pusula yönlerine göre mekân dokuz bölüme ayrılır. Bu bölümler, enerjinin çıkış noktası olan merkez bölümünü içine alarak mekânın sekiz yönünü temsil eder. Bagua haritası üzerindeki yönler rakamlarla belirlenir. Rakamların ilişkisi elementlerle beslenerek ve/veya korunarak mekân içindeki chi akışı dengelenir. Pusula Okulu aynı zamanda evrende sürekli hareket eden, değişen döngüleri gösteren sembolleri temsil eden trigramları da kullanır. Trigramlar Kozmik Üçlü olarak tanımlanan, Gök-Yer-Gök-İnsan’ın da temsilcisi olarak kabul edilir. Kullanıldığı telaffuz edilen ilk pusula kare bir plakanın üzerine yerleşmiş kaşık şeklindeki Si Nan Laoupan, daha sonraları yerini Shi Pan ve en son olarak da bugünlerde kullanılan Lou Pan’e bırakır. 

Siyah Şapka Okulu, 1970’lerde Lin Yun tarafından Berkley, Kalifornia’da geliştirilmiştir ve daha çok mekânları Bagua haritasına göre merkez de dahil olmak üzere dokuz bölüme bölüp her bir bölümü kariyer, bilgi, aile, sağlık, zenginlik, ün, evlilik, çocuk, destekleyici insanlar/seyahatler olarak isimlendirir. Daha sonra mekânın giriş kapısının yönüne bağlı olarak diğer sekiz köşeyi belirler. Yönlerle doğru orantılı olarak beş elementi ve ayna, bambu, kırmızı kurdele gibi objeleri kullanarak mekânın enerjisini dengeler. 

Klasik Feng Shui, Form Okulu ve Pusula Okulu’nun sentezidir ve hesaplamalarını mekânın oturduğu yön, yapım (inşa) yılı ve içinde yaşayan bireylerin doğum bilgilerini göz önüne alarak yapar. Klasik Feng Shui, Çin doğal bilimleri üzerine temellenmiş oldukça detaylı bir sistemdir. Bu sebeple Klasik Feng Shui ile Siyah Şapka Okulu’nun yöntemleri ve önerileri arasında farklar bulunur. 

Feng Shui, yin ve yang’ı evrendeki iki temel enerji olarak kabul eder ve değişimi de doğa kanunlarının temeli olarak görür. Yin ve yang Alfa’dan Omega’ya, Beyaz’dan Siyah’a, Yaşam’dan Ölüm’e, Yaz’dan Kış’a, Sıcak’tan Soğuk’a, Eril’den Dişil’e, Aktif’ten Pasif’e, Gündüz’den Gece’ye değişimin sembolüdür. 

Yin/yang’ın evrensel sembolü olan Tai-Ji’de yin (siyah) aşağıda ve yang (beyaz) yukarıda gösterilir. Bu iki sembolü çevreleyen daire de sonsuz hareket ve değişimi temsil eder. Yin (siyah), yang’dan (beyaz) “S” şeklinde bir eğri ile ayrılır. S, hiçbir şeyin mutlak olmadığını, uzunluğu var eden hareketi (yang) durağanlığın (yin) takip edeceğini ve uzun süren hareketsizliğin (yin) hareketliliğe (yang) sebep olacağını önerir. Fizik terminolojisine göre yin içsel çekim gücü, yang dışsal itim gücüdür. Tai-Ji’de yin’in içinde (siyah tarafta) yang (küçük beyaz daire) ve yang’ın içinde (beyaz taraf) yin (küçük siyah daire) bulunur. Yani yin ve yang bile kendi içinde mutlak değildir. “Benzerliğin içinde farklılık, farklılığın içinde benzerlik; istikrarın içinde değişim, değişimin içinde istikrar; talihsizlik perdesinin arkasında talih, talihin içinde de gizlenmiş talihsizlik vardır.”

Yin, soğuk ve pasiftir. Soğuk objeler genellikle kasılır, sıkışır. Yang, sıcak ve aktiftir. Sıcak objeler genellikle genişler. Feng Shui de temelde bu prensipler üzerinden hareket eder.   

Mekâna giren ışığın, mekândaki ışıklandırmanın ve mekânın ısısının dengesi, yin-yang dengesinin temellerini oluşturur. Güneşin yükselmesi, insanların aktif olması yang; güneşin batması, insanların pasif olması yin ile temsil edilir. Mekân çok karanlıksa aydınlatmak, çok aydınlıksa biraz karartmak, çok soğuksa ısıtmak, çok sıcaksa soğutmak dengeyi sağlayan unsurlardır. Mekândaki yin-yang dengesi bireydeki yin-yang dengesine de destek olur. Mekânda yaşayanlar ile mekân karşılıklı etkileşim halindedir. Mekânda yeterince aktif enerji ve ihtiyaç olduğu kadar dinginlik ve içe dönen enerji, bireyin yin ve yang dengesi için temel ihtiyacıdır. 

Feng Shui’de, içinde yaşanan aşırı aydınlık ve gürültülü bir mekânda baş ağrısının, uykusuzluğun, meditasyon eksikliğinin ön plana çıkabileceği; aşırı karanlık ve durağan bir mekânda ise depresif bir hal, uyuşukluk ve ataletin kendini gösterebileceği ileri sürülür. Dengesiz yang sert ve dik hareket eden enerjiye sebep olurken dengesiz yin’in durağan ve bayat enerjiye alan açabileceği söylenir. Bazen aşırı kaotik, dağınık, karanlık mekânların bireyde kendini bırakma, boş vermişlik, depresyon hallerini desteklediği; aşırı düzenli, aydınlık mekânların da obsesif düzen ve kontrole sebep olabileceği öne sürülür ve genellikle, dinlenilecek mekânların biraz daha yin, yaşam ve çalışma alanlarının biraz daha yang olması önerilir. Genelde rahat ve yumuşak mobilyalar, pastel renkler, pasif aydınlatmalar, yuvarlak ve dalgalı şekiller yin dengesi için; parlak renkler, direkt aydınlatmalar, hareketli sular ve şömineler yang dengesi için kullanılır. 

Bazı Feng Shui ustaları “Eve girdiğinde, ev çok soğuksa ve sen ısıtıcıyı açıp evin ısısını doğru dereceye getirirsen doğal bir Feng Shui ustası olursun,” derler.

Yin ve yang’ın dansından, I Ching’in temelleri olan dokuz trigramın oluştuğu söylenir. Yin ve yang hareketinin yönlendirmesi ile oluşan ve kaplumbağa kabuğundaki “kusursuz kare”den esinlenen dokuz trigrama “Bagua Ailesi” ismi verilir. Her bir trigram, değişim ve hareket modelinin temsilcisidir. Uzun inceleme, gözlem ve deneylerin desteği ile anlaşılmaya başlayan ve dokuz trigramla temsil edilen değişim ve hareket kalıplarının felsefe, astroloji, geleneksel Çin tıbbı, numeroloji, Uzakdoğu sporları, matematik ve Feng Shui gibi birçok alanda kullanıldığı söylenir. Her bir trigram, bir cinsiyeti (dişil-eril) temsil eder ve beş bileşenden biri ile temsil edilir: tahta, ateş, toprak, metal, su. Her bir trigramın manyetik bir çekim yönü bulunur ve her bir trigram, belli bir saat dilimi, belli bir mevsim, bedenin belli organları ve Kua numarası ile ilişkilendirilir. Kua numarası, bireyin doğum günü ve saati ile doğru orantılı olarak hesaplanır ve bireyin doğumu esnasında etkisinde olduğu yıldız düzenlemesinin temsilcisidir. Kua numarasının da etkisi ile uçan yıldızlar modeline girilir ve burada döngüsel yıldız hareketleri ve akan matematiksel rakamlar ile birlikte değişim ve dönüşüm kalıpları (modelleri) incelenir.  

Siyah, Ölüm, Kış, Soğuk, Dişil, Pasif ve Gece’nin temsilcisi olan yin ve Beyaz, Yaşam, Yaz, Sıcak, Eril, Aktif ve Gündüz’ün temsilcisi olan yang dengesinin derinlemesine analizi, chi akışı ve mekân içinde kullanılacak elementlerin hesaplanması başlı başına bir eğitim olduğu için ben yazıya Feng Shui’nin pratik ve sezgisel uygulamalarından bahsederek devam etmek istiyorum. 

Birçok uzman, mekânın Feng Shui’sine mekân içinde adaçayı yakarak ve adaçayını tüm odalarda gezdirerek başlar. Kimileri odaların köşelerine (özellikle enerji akmadığını düşündükleri köşelerine) kâse içinde tuz koyar ve bu tuzu dönem dönem değiştirmeyi önerir. Kimileri gül kokusu, çan sesi ile chi akışını güçlendirdiğini ve durağanlaşıp eskiyen enerjiyi manipüle ettiğini söyler. 

Mekânın şekli Feng Shui’de çok önemlidir. Chi’nin sağlıklı akması için genellikle kare veya dikdörtgen gibi düzenli bir şekle sahip olan mekânlar önerilir. Daire şeklindeki binalarda chi dinlenecek köşe bulamayacağından, karmaşık şekilli binalarda ise chi’nin akışı düzensizleşeceğinden veya genelde merkeze itileceğinden yaşayanlarda huzursuzluk, karmaşa ve sert değişkenliklere sebep olabileceği söylenir.  Bir binaya bakarken mekânın oturduğu ve baktığı yönden sonra en önemli bölge mekânın girişi olarak kabul edilir. Chi’nin mekâna öncelikli olarak kapıdan girdiği ve mekânın içinde dönmeye başladığı öne sürülür. Bu sebeple kapıların boyutları önemlidir. Çok geniş, çok uzun, çok dar ve çok kısa kapılar giriş kapısı olarak genelde Feng Shui’de tavsiye edilmez. Ayrıca dikdörtgen veya oval ve sağlam tahta çelik kapılar cam kapıdan daha çok önerilir. Mekânın girişinin iyi ışık alması veya aydınlanmış ve hava alıyor olması da yin-yang dengesi için önemlidir. Girdiğiniz anda karşınıza ayna çıkmaması ve ön kapının arka çıkış kapısına doğrudan bakmaması da chi akışını kontrol etmek için diğer önem verilecek konulardan sayılabilir. 

Mekânın içinde merdiven varsa giriş kapısına bakmaması ve mekânın giriş kapısının salona doğrudan açılmaması, mutfaktaki ocağa veya tuvalete bakmaması öngörülür. Böyle bir açılım varsa engelleyici olarak belki yeşillikle veya bir panel ile giriş kapısı önüne bir set çekilebileceği ve chi akışının yönlendirilebileceği söylenir. 

Daha sonra yatak odaları gelir. En çok vakit geçirdiğimiz, dinlendiğimiz ve enerjimizi yenilediğimiz alanlar olduğu için de genellikle buraların kare veya dikdörtgen olması önerilir. Üçgen veya karmaşık şekilli, dairesel yatak odaları pek tavsiye edilmez. 

Klasik Feng Shui’de ayna, chi akışını dengelemek için kullanılan bir araç değildir. Ancak, yatağın ayakucu tarafına ayağa kalktığımızda özellikle karanlıkta rahatsız etmemesi açısından ayna konulmaması önerilir. 

Yatak odasının kapısının yatağa direkt bakmaması, yatarken chi akışını yoğun rüzgâr altında kalmış gibi doğrudan yememek için önemlidir. Yatak başının cama veya duvar köşelerine değil, düz bir duvara dayalı olması önemlidir. Yatak altında eşya tutulmaması önerilir ve yataktan tuvaletin direkt görülmemesi önemlidir. 

Yatakların kiriş altına konulmaması tavsiye edilir. Kirişler akan chi’yi aşağı/yatağa doğru baskılayacağından yatarken rahatsızlık verebileceği söylenir. 

Mekândaki üçüncü önemli alan mutfaktır ve mutfak kapısının arka bahçeye veya arka çıkışa açılmaması önemlidir. Aynı zamanda giriş kapısına da bakmaması önerilir.

Salonlarda mobilyaların arasında mesafe olup hava alıyor olması önemlidir. Şöminelerin önü hep kapalı tutulmalıdır. Mekânda kullanılmayan oda olmamasına gayret edilmelidir. Salonun iki basamak olmaması tavsiye edilir. Aksi takdirde alt kademede kalan bölgede chi’nin durağanlaşacağı savunulur. 

Feng Shui’de kullanılan bir başka terim sha’dır. Sha, özellikle sezgisel ve duyusal olarak bizi rahatsız eden şeyleri kapsar. Beş duyumuza (görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma) kötü koku, sivri uçlu objeler, dokusu keyif vermeyen kumaşlar gibi rahatsızlık veren her şey “sha” olarak nitelendirilir. Ayrıca bir obje veya mekânda bilmediğimiz bir sebepten dolayı içimizde rahatsız bir his oluşuyorsa bu da hissel sha olarak nitelendirilir. Mesela mekânın çok karışık olması, mekânda gereğinden fazla eşya bulunması, kullanılmayan veya eşyadan girilemeyen odaların varlığı, mekânın kanalizasyon veya mezarlık üzerinde inşa edilmiş olması sha olarak nitelendirilir. Aynı zamanda tamir gerektiren objeler, kırıklar, patlak lambalar da sha olabilir.

 Görsel sha, mekânı gölgesinde bırakan büyük binalar, mekâna direkt işaret eden sivri objeler veya mekân içindeki dağınıklık olabilir. 

İşitsel sha, mekânın yakınındaki polis karakolundan gelen polis arabası sesi; çok bağıran insanlar, mekân çevresindeki yüksek müzik olabilir. 

Kokusal sha, etraftaki çöp, hayvan dışkısı, sigara, bozuk balık kokusu olabilir.

Dokunsal sha, sert ve pürüzlü kumaşlar, çok dik merdivenler, kaygan zeminler, ayağa batan halı tutturucu çiviler olabilir. 

Hissel sha ise kişilerin psikoloji ve duygularına iyi gelmeyen şeyleri kapsar. Bazı insanlar 13 sayısını uğursuz kabul eder veya mekânı ruh/cin basmış olduğuna inanır ya da mahalleyi uğursuz bulur. Bu gibi çok daha bireysel/kişiye özgü rahatsızlıklar hissel sha’dır. Feng Shui, içsel olarak bizi rahatsız eden objeler için ya bir çözüm bulmayı ya da o objelerden kurtulmayı önerir.

Feng Shui’nin, yin ve yang prensibi üzerine temellendiğini ve beş elementi (tahta, ateş, toprak, metal, su), yaratım, yıkım ve azaltım döngülerini kullanarak dengelediğini daha önce belirtmiştim. Doğal çevrede oluşan kimyasal reaksiyonlar, elementlerin hava, akım, enerji ve manyetik alanlarla ilişkisi Feng Shui’nin bilimsel yapısını oluşturur. Bu sebeple Feng Shui, sadece mekânlarla kısıtlı değildir. Mahalle ve şehir planlarına kadar yansıyabilir. 

Feng Shui, çevre dostu olmak gibi ibareler maalesef bu çağda ticari reklamların sıklıkla kullandığı fetiş terimler haline gelmiştir. Yapısından tasarımına ve seçtiği arsaya kadar çevreye zarar veren siteler bile daire satışlarında bu tarz ifadeler ile göz boyamaktadır. Bu kadim bilgilerin bu derece ticarileştirilip sıradanlaşmış ve kalıplaşmış cümlelere dökülebilmesi hayret vericidir. 

Feng Shui adı altında geçen, bireyin çevreye duyarlı yaklaşımı bir yerde bireyin, hayat hikâyesini yazdığı mekânlarla iletişimidir. Hepimizin hayat hikâyesi ortamlar ve o ortamlarda bulunan insanlarla yazılır. Hangi mekân/ortamda bulunmayı seçer isek o ânın hikâyesi ona göre yazılacaktır. Bu sebeple mekânlar ve mekânlar ile ilişkimiz/bağımız hayatımızın ve hayat hikâyemizin temelini oluşturur. Feng Shui, bu bağın öneminin farkında olan ve bu bağın sağlıklı olması için farkındalık getiren bir sanattır. Bazı dinlerde Tanrı’nın “Yüce Marangoz” tanımıyla ilişkilendirilmesi de belki etrafımıza inşa edilmiş gerçekliğin hayat hikâyemizdeki önemindendir ve yine belki de çevreye, doğaya, insan doğasına dost olmak da Yüce Marangoz’un emeğine saygı duymak olarak görülmektedir.

Feng Shui konusunda emek sarf eden bazı Feng Shui uzmanları, 20-30 sene içerisinde toplumlarda Feng Shui’nin çok daha fazla benimseneceğini ve bireylerin bunu kendi başlarına uygulayabilecek noktaya geleceğini savunuyor. Feng Shui, Çin felsefesine dayalı bir sistem olarak toplumlara ve ortamlara bu derece nüfuz edebilir mi, emin değilim ancak mekân ve çevre ile bireylerin ilişkisinin yeniden yapılanması, kaybolmaya yüz tutmuş insan-mekân-çevre-doğa ilişkisinin tekrar hatırlanması bile büyük bir adım olabilir.

  Kökeni dengeye dayalı olan sistemi takıntı haline getirmek tabii ki bir dengesizlik oluşturur. Bu sebeple Feng Shui’nin obsesif uygulanması doğasına aykırıdır ancak Stephen Hawking gibi bilim insanlarının da öne sürdüğü gibi her şey birbiriyle derinden ilişki içinde ise yaşadığımız mekân ve ortamlarla olan bağlantımızı göz ardı etmek bir yerde bilimin oturduğu temellere de aykırı bir tutum. Bazı mistikler dengeyi mantık yürüten stratejik zihnin iki karşıtı arasında oluşturmaktan ziyade iki karşıtın birbiri içinde erimesi olarak tanımlarlar. John F. Fitzgerald’ın “İki zıt fikri zihinde tutabilmek ve aynı anda işlevsel kılabilmek” sözleri de bazen bana bu tanımlamayı hatırlatır. 

Feng Shui, doğanın parçası bireylerin doğa, elementleri ve bileşenleri ile uyum ve denge içinde yaşamalarında ilham olan kadim bir öğretidir. Bir şehrin, bir mekânın imarının iyiliği, içinde yaşayanların önce kendileri ile sonra diğerleri ve çevreleri ile uyumu, huzuru ve saadetini ne kadar desteklediği ile doğru orantılıdır.   

Belki de Feng Shui gibi yöntemler ağaçlar, kuşlar, leylaklar, göller ve insanlarla ve hatta yıldızlarla da erimenin saf özlemini duyanlar için ideal bir ön rehberdir. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PRAG VE SİMYA

HUMAN DESIGN

ATOMİK DİYALEKTİK OLARAK FARKINDALIK METOTLARI