FARKINDALIK VE YAKIN DÖNEM TEMSİLİ KÜLTÜRLER-BEAT KUŞAĞI VE HİPİLER

“Çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı. Okula gitmeye başladığım zaman sınavda bana ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun?’ diye sordular. Ben de onlara ‘Mutlu olmak istiyorum,’ diye cevap verdim. Bana soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara hayatı anlamadıklarını söyledim.”

-John Lennon


Farkında yaşamak ve insan olmak değerleri ile doğru/yanlış mücadele etmiş ve son dönemlerde sesini oldukça duyurmuş olan beat kuşağı ve akabinde gelen hipiler her zaman ilgimi çekmiştir. Tam olarak ne söylemek veya ne söylememek istediklerini anlamak istemişimdir. San Francisco’yu yirmi sene aradan sonra tekrar ziyaret etme fırsatı bulduğumda bu kuşakların etkisinde yaşamış birçok kişi ile yakınlaşma ve biraz olsun o dönemlerde yaşadıklarını anlama imkânım olmuştu. O ziyaretimde uçaktan iner inmez çok sevdiğim eski bir dostumla buluştum. Kendisi müzisyen ve San Francisco’nun küçük mahalle arasında bulunan caz kulüplerinde doğaçlama konserler veriyor. Aynı zamanda diğer müzisyen arkadaşları ile yer yer Kirtan (hep beraber mantraların söylendiği) müziği yapıyorlar. Hayatının büyük bir bölümünü San Francisco ve Hindistan arasında geçiren bu dostum Doğu ile Batı’yı içinde sentezleyebilmiş nadir kişilerden biri. Sonuçta bir caz sanatçısının Kirtan gecelerinde müzik yapması çok da sık görülen bir şey değildir. 

Arkadaşımın yolu İstanbul’dan da geçmiş.  Arkadaşım, 60’larda, 70’lerde savaşmak yerine var olmak için alternatifler arayan beatnik ve hipi gençliğin buluşma ve mesajlaşma noktası olan Sultanahmet’teki Pudding Shop’a (şimdiki adı Lale Restaurant) birkaç defa gitmiş. Birkaç sene önce Pudding Shop’a o dönemlerde uğrayan birkaç dostum benden mekânın son halinin resimlerini isteyince bir kahve içmek için uğradım. Mekânın yetkilisi Namık Çalpa’nın o dönemlerden kalma efsane hikâyelerini dinlemek için bile mekâna uğramaya değer. Hâlâ birçok mektup duvarlarda asılı. Clinton yıllar sonra tekrar ziyaret etmiş. Yıllarca dükkânın önünden doğuya ve batıya otobüsler kalkmış. O dönem İstanbul’u ziyaret eden birçok beatnik ve hipinin özellikle Neyzen eğitimi için bir süre İstanbul’da kaldığı da söyleniyor.  İstanbul ve özellikle Pudding Shop ve Tünel’den Galata’ya inen caddeler o dönemlerde beatnikler, hipiler ve aydınların gelip geçtiği yerlermiş.

Daha genç yaşlarımda beat kuşağının önde gelen kitaplarından On the Road’u (Yolda) okumuştum. Bunun yanında çıktığım seyahatlerde sıkça yaşımdan büyük dostlar edindiğimden “Hipi” ve hatta “Beat” kuşağı dönemlerinde yaşamış, o dönemleri deneyimlemiş çok dostum olmuştu. Bu tanıdıklarım vesilesi ile yaşadıkları dönem dönem iyi, dönem dönemse kötü deneyimleri birinci ağızdan dinleme fırsatım oldu. Ve, tabii ki bütün bu kuşak hareketlerinin öncelikli yer aldığı ve güçlü şekilde kendini ifade ettiği San Francisco bölgesinde bulunmayı, böylesine bir tarihsel verinin içinden kendi ayaklarımla geçmeyi ve bu bölgeleri derinden hissetmeyi çok istiyordum. 

Arkadaşım beni hemen hipi döneminin mihenk taşı olan Haight-Aushbury’ye götürdü. Arabayı bir sokak geride bıraktık ve caddede yürümeye başladık. Kalbim hızla çarpıyordu. Bu hissi daha küçük yaşlarda çok okuyan ve felsefeyle ilgilenen bir aile dostumuzun evine gidip kütüphanesini karıştırırken de hissederdim. O kocaman bilgi hazinesinin içinde nasıl bir mucize ile karşılaşacağım hiçbir zaman belli olmazdı. Bu tarz alanlar genelde kişinin hayatında yeni kapılar, yeni pencereler açmaya gebedir. Caddede yürürken Amerikan edebiyatına ve kültürüne ciddi bir dokunuşta bulunan beat kuşağının özellikle savunduğu “Yol” fikrini düşündüm. Gerçi hipiler de miras almışlardı bu beat kuşağının “devamlı yolda olmak” kavramını. Sanatı yolda yapmak, bir yere ulaşmak adına değil ama yolun, arayışın kendinden keyif almak. Beat sözcüğünün batific kelimesindeki arınmış, kutsayan anlamı ile özdeşleştiğini de okumuştum bir aralar. 

On the Road kitabının yazarı ve beat akımının öncülerinden Kanada asıllı Jack Kerouac, beat kuşağı döneminin ruhunu kitabına oldukça güçlü yansıtmıştı. Serbest ifade, zihinsel ve duygusal özgürlük, bağımsız ve deneysel sanat, kendi iç sesinle toplum normlarının, kurallarının, kalıplarının dışında yaşamak, orijinallik ve bireyselliği kucaklamak. İşte bunlar hep beat kuşağının edebiyatta kullandığı ortak dilin tanımları arasına girebilirdi. Beat kuşağında kişiler duygularını dinlemeyi ve zihinsel süzgeçten geçirmeden, özgürce ve daha önce hiç ifade edilmediği şekilde, herhangi bir düzeltme yapmadan ifade etmeyi tercih ediyorlardı. Aynı zamanda doğa bilinci ve çevrecilik de beat kuşağı tarafından sıkça ifade edilmiş ve daha sonra tüm dünyanın gündeminde yer almış kavramlardan biri olarak kabul ediliyor. 

Geleneklerin, eski politik sistemlerin takip edilmesini sorgulayan, 2. Dünya Savaşı’ndan dönen Amerikalı askerlerin ruhuna da dokunan/temsil eden bir kuşak olarak biliniyor beat kuşağı. Yazar William Burroughs, şair Allen Ginsberg, özellikle şiiri “Howl” ile bilinen City Lights Kitabevi’nin sahibi Lawrence Ferlinghetti ve William S. Bourrough bu kuşağın önde gelen isimleri arasında yer alıyor. Beat kuşağının fikirlerinin kökenlerini yer yer Dostoyevski, Nietzsche, Kafka gibi düşünürlerin yazılarında bulmak mümkün. 

Beat kuşağı ile ortaya atılan bu birbirinden bağımsız ve birbirinden habersiz gelişen beat kuşağı stili zaman içinde yeraltı edebiyatında da büyük etki uyandırdı. Doğu’dan meditasyon ve yoga teknikleri,  Avusturyalı psikanalist Wilhelm Reich’ın psikoloji, beden ve enerji üzerine keşifleri, birçok fiziksel ve psikolojik problemin enerjinin bedendeki duygusal ve cinsel bastırılmalardan oluştuğu ve bedensel enerjinin sağlıklı bir şekilde akışının önemini vurguladığı çalışmaları yine beat kuşağı tarafından tanıtıldı. Ben de bu dönemin etkilerinde olan arkadaşlarımla geçirdiğim vakitlerde  Reich’ın birçok deneyimsel ve bedensel farkındalık çalışmalarına vâkıf oldum. Reich’ın etkisi kendisini günümüze kadar taşımıştır. Tüm bu etkiler daha sonraları gençliğin mekanikleşme, köleleşmeye karşıt bir gösterge olarak akın akın Hindistan’a gitmesine ve 60’larla birlikte özellikle Haight-Aushbury civarında da yer bulan hipi adı verilen toplumsal (komünel) bir deneye girmesine yol açtı. Komünler sadece bu bölgede değil dünyanın birçok yerinde kendi egolarını ön planda tutmak yerine bütün için hareket etmeyi tercih eden, dostluk, bilinçlenme, barış, sevgi gibi kavramları öne çıkaran ve ekolojik dengeyi gözeten yaklaşımları ile o dönemlerde genci yaşlısı birçok kişiyi barındırmaya başlamışlardı. Gary Snyder, bu devrin komün yaşamlarını dile getiren şairlerden birisi idi.  Doors, Bob Dylan, Pink Floyd, Beatles (grubun adının Beatles olması da bir tesadüf mü emin değilim)  gibi müzik gruplarında da bu kuşağın etkileri görülmektedir. Otoritenin kabulünü sorgulayan, bireyselliğin önemini vurgulayan, kendini her türlü insan bilincini araştıran deneye, deneyime sokan büyük bir genç kitlenin dalgaları idi bu dönemler. Bu kuşak insanları sanatta da çok büyük kırılmalar, isyankâr tutumlar ve karşı çıkmalar yaşamış/yaşatmış ve Amerikan edebiyatı başta olmak üzere edebiyat ve sanatta çok derin izler/etkiler bırakmıştı. Yaşam coşkusu ve sevgi kavramları, temsil sisteminin ve sanısal yapılanmanın ötesindeki bilinçdışı sezgisel yaşamın sanata katılması bu kitlelerin benimsedikleri değerlerin temelini oluşturuyordu. 

Haight-Aushbury bölgesinde hâlâ hipi deneyimsel yaşam tarzı dönemlerinden kalma kapanmaya yüz tutmuş (hatta bugünlerde kapanmış olabilir) ücretsiz hastane, değiş-tokuş mağazaları, bağışlanan ürünleri ucuza satarak iş yapan, sadece engellileri çalıştıran mağazalar gibi hümanist yaklaşımları bulmak mümkün. 

1644 Haight Street’de bulunan Booksmith adlı kitapçıda beat kuşağı, hipi ve Amerikan yeraltı kültürünün birçok kitabına, yer yer o dönemlerde yasaklanmış olan kitaplara, o dönemlerin fotoğrafçılarının, yazarlarının ve sanatçılarının kitaplarına ulaşılabiliyor. 

Bu ziyaretimde özellikle ilgimi çeken Robert Crump’ın toplama karikatür kitabı oldu. Robert Crump 60’ların sonlarında Haight-Aushbury caddelerinde oturmuş, elinde bir kâğıt kalem, gördüğü ve deneyimlediği her şeyi iyi ve kötü yanları ile karikatürüze etmişti. İçinde bulduğumuz dönemde New-Age akımı olarak beliren ya da kişisel gelişim adı ile nitelendirilen bir akımın da bireyleri uyandıran ama bunun yanında tamamen sahte, şekilci olan yanlarına Robert Crump’ın karikatürlerinin ayna olduğunu görmek beni çok heyecanlandırdı. Karikatürlerde 1960’larda yaşanan deneyimlerin bireysel ve toplumsal bilinçlenme adına iyi ve kötü etkisinin 2000’li yıllarda nasıl tekrar ettiğini görünce çok şaşırdım. Özellikle bir kültürün/ çalışmanın/fikrin/deneyimin derinlemesine anlamadan şekilci yaklaşımlar ve özenti ile nasıl basitleştirildiğine ve yanlış ifade edildiğine Crump’ın çalışmaları ışık tutuyordu.    

1970’lerde Amerika’da yine Dr. Arthur Janov tarafından ön plana çıkan Primal Terapi’den faydalanan John Lennon, tamamen terapinin etkisinde kalarak bestelediği John Lennon/Plastik Ono Band adlı albümündeki “Mother, God” gibi isimlerdeki parçalarıyla 70’lerde de beat kuşağı ve hipilerle başlayan akımı daha da farklı bir açıya taşımıştır. 1973 yılında John Lennon’ın desteği ile Alexandre Jodorowski’nin yapımını üstlendiği Holy Mountain adlı Cannes Film Festivali’ne katılmış olan film o dönemlerde ve hatta hâlâ bugün bile alternatif bakış açılarına pencere açmaktadır. 1974 yılında David Bowie beat kuşağının büyükbabası William S. Burroughs ile Rolling Stone dergisinde yaptığı söyleşiyle yine beat kuşağının etkilerinin 70’li kuşaklara dünya çapında taşınmasında katkıda bulunmuştur.    

Tabii Haight-Aushbury caddelerinden geçerken mağazaların, binaların çoğunun boşaltıldığını, büyük/zengin şirketlere satıldığını, kendi kendine yeten/dönen yerlerin olabildiğince azaldığını görüyorsunuz. Cadde o dönemin deneyimsel havasından tamamen çıkmış ve turistik ve yavaş yavaş Amerika’nın büyük şirketlerinin mesken edinmeye başladığı bir yer halini almış. Etrafta hâlâ 60’lardan kalma tarzda giyinmeye inatla devam eden insanlar görmek mümkün ama bu görsel caddede dolaşırken yaşanan turistik gezinin hissinin değişmesine çok da yardımcı olmuyor.

Ancak ne olursa olsun bu devrin yansımasını tüm dünyada görmeye devam ediyoruz. Bu dönemlerde tamamen uyuşturucu, parasızlık ve tembellikle yok olmuş ya da kendisini özentinin ve şekilciliğin içinde kaybetmiş bir kuşağın da yaşamış olduğunu gözlemliyorum. Bazıları tamamen zihinsel korkular tarafından ele geçirilmiş ve orta yaşlara geldiklerinde korku ile mekanik hayatlarına geri dönmüşler. Bu deneyimsel süreçlerde yaşayanlardan bazılarının çocuklarının,  ebeveynlerine tamamen karşı çıkıp çok sağlam aileler ve sağlam iş hayatı kurarak düzene tamamen adapte olduğunu ve isyankârlığa karşı isyan ettiğini biliyorum.  Ancak yine bu devirde yaşanan kırılmaları, deneyimsel farkındalıkları, içgörüleri tamamen kendini yok etmeden sanatsal bir ifadeye, bilimsel araştırmaya dönüştürmüş ve bir sonraki nesillere bir farkındalık aracı olarak geçirmiş dâhi zihinlerin de olduğunun farkındayım. 

Dönem dönem San Francisco’yu işlerim dolayısıyla ziyaret etmeye devam ediyorum. Tabii ki Haight-Aushbury’ye gittiğimde o ilk ziyaretimdeki heyecanı taşımıyorum. Ama mutlaka o dönemlerde kitapların, şiirlerin yazıldığı, derin sohbetlerin yapıldığı, dâhi ustaların ve sanatçıların ziyaret ettiği North Beach’deki Cafe Trieste de dahil bir-iki kafede oturuyor ve kahvemi içiyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PRAG VE SİMYA

HUMAN DESIGN

ATOMİK DİYALEKTİK OLARAK FARKINDALIK METOTLARI